Derin manasına saygı duyduğum birkaç özlü sözden biri olan “Cehalet, mutluluktur.” kelamı geldi aklıma. Öyle değil mi ki zaten, hakikatin buram buram kokusunu ne kadar az teneffüs edersek o derece kasvetsiz bir ömre malik oluruz. Gerçeklere ne az vakıf olursak o derece çok rahat uyuruz. Yanlış anlaşılmasın! Bu demek değildir ki bilgiden feragat etmeli… Bilginin verdiği güçten düşmeli… Gücün verdiği özgüvene sırt çevirmeli… Her zaman derim: Cehalet, ne derece mutluluksa bilgi de o derece güçtür!
Teknolojinin son sürat gelişimi, otomasyonun boylu boyunca yükselişi, dijitalleşmenin amansız iştahsızlığı aldı başını gitmekte… Gitmekte ama hemen yanı başında insanlığı da şekillendirmekte, etkilemekte, etkisizleştirmekte. Abdullah Çiftçi’nin daima dediği gibi teknoloji, sosyolojiyi değiştirmekte. İlginç bir kavram olarak “yeni normal” adı altında kökleri insanlığın bin yıllarına tekabül eden inançlar, âdetler, gelenekler: Tarumar edilmekte… Tarihin kuytuluklarına itilmekte… Geleceğe varacaklar listesinden yaka paça def edilmekte…
Sosyolog ve tarih ehli olanlar der ki, insanoğlunun mülk edinmeye başladığı ilk ciddi vaka, tarımın yaygınlaşması imiş. Tarım, kalıcı yerleşmenin ve kalıcı yerleşme de nüfusta patlamanın ve dahi nüfusta patlama da miras hakkının fitilini ateşlemiştir. Öyle ya, malı, mülkü, serveti çoğalan bir toprak ağası, tüm servetini cebi olmayan bir kefene sığdırmaya çalışmayacak denli aklı selimdi. Miras bırakmak, her ebeveynin sorumluluğu ve her evladın hakkı değilse peki neydi?
Mirasa olan bakış açısı “yeni normal” adı altında başlatılan sürece dek üç aşağı beş yukarı hep aynı mantık çerçevesi üzere icra edildi. Geldiğimiz nokta ve bu noktanın müsebbipleri, mülksüzlüğü övmekte ve mal edinmeyi kötülemekte pek maharetli ve azimli görünmekte… Hala daha ben, mülksüzleştirme politikalarıyla yılacak, yıkılacak, yalıtılacak biri değilim evelallah diyen var mı?
Asır, “kullan ve at” sloganın hegemonyası altında ezilmekte iken bir de son zamanlarda “kirala ve devret” furyası başlamış bulunmakta. Araba kiralamak ile oda tutmak ile başlayan bu efsunlu süreç git gide hayatımızın bir parçası olmaya aday gibi durmakta. Bu gelecek değil bugünün ta kendisi olan duruma daha evvel de adını andığımız Çiftçi, “paylaşım ekonomisi” diyor. Peki, ya bu furyadan kasıt hayır mı şer mi?
Bir paylaşım ekonomistinden beklenen en tabi eylem şudur: İhtiyacın olan kadarını kullan ve ihtiyacın olmayanı paylaş. Yoksa siz de: E, ne kadar güzel işte İslam’ın insan ilişkilerinde ortaya koyduğu kanunlara da bu sistem pekâlâ uyuyor diyenlerden misiniz? Eğer öyleyse yanılmanın pençesiyle yüzleşmeye hazır olun.
Dijital çağın efendileri, dijital çağın köleleri olan Z kuşağından birçok beklentisi var ve bunlardan biri de kuşağın paylaşımcı olması. Dikkat edin cömert, eli açık ya da gözü tok değil paylaşımcı olması… İlk üç kelimenin manasında kesinlikle paylaşımcı olmak yok keza cömertlik iç güdüye ve paylaşmak ise dış güdüye tâbidir. Bu sistem ne Komünizm ne de Kapitalizme benzer bilakis bu sistem, mülksüzlüğü över ve özendirir ki kişi, fert olmak şerefinden birey olmak acizliğine sürüklenmeye devam etsin. Devam etsin ki muzaffer olduğu eşrefi mahluk olma davasını unutsun ve bundan sonsuza dek habersiz, mülksüz ama mutlu ve mesut yaşasın.