Dünya’da genel bir kitlesel tedirginlik ve huzursuzluk hakimdir. Tüm acımasızlığı ile sürmekte olan Rusya-Ukrayna Savaşının sonunda ne olacak? Daha ne kadar sürecek, tahıl sevkiyatı sürecek mi, ekmek bulabilecek miyiz, savaş ülkemizi de etkiler mi, Rusya, nükleer silah kullanır mı? Başka yerlerde başka savaşlar da çıkar mı? Gibi sorular, toplumu germekte, tedirginliğe, huzursuzluğa ve endişeye sevk etmektedir.

İnsanlar, böyle düşünmekte haksız da değiller. Dünya’nın her tarafından savaş, çatışma, çarpışma, sel ve su baskınları, deprem, tsunami, orman yangınları, salgın hastalık, ölüm, yıkım haberleri geliyor. Her tarafta kan ve gözyaşı akıyor, korku ve panik halinde kaçışan insanların acı çığlık ve feryatları yükseliyor. Dünya’nın bir çok ülkesinde kuraklık ve açlık tehlikesi baş göstermiş durumdadır.

Bizler ve ülkemiz, şimdilik bu tehlikelerden biraz da olsa uzağız, ancak, bu korkunç tehlikelerin, gelecekte bizim kapımızı da çalmayacağından ve bizi de etkilemeyeceğinden emin olamayız. Bu nedenle, henüz vakit varken, gereken önlemlerin mutlaka alınması önemle gerekmektedir.

Görsel ve yazılı basından izlediğimiz olaylar durup dururken kendiliğinden meydana gelmemektedir. Bazı yerlerdeki kuraklık ve yağışlardaki azalmaya karşın, bazı yerlerdeki aşırı yağış, sel ve su baskınlarının, fırtınalar dahil, depremlerin, tsunamilerin, orman yangınlarının nedeni olarak, Dünya’da meydana gelen Küresel İklim Değişiklikleri gösterilerek, Dünya kamuoyu yanıltılmak istense de, gerçeklerin bizlere anlatıldığı gibi olmadığı, her olay ve olguda mutlaka insan müdahalesi ve eli olduğu aşikardır.

Yine aynı şekilde, Dünya’da birbiri ardına çıkan savaşların, kargaşa ve karmaşaların, terör saldırılarının meydana gelmesinde, salgın hastalıkların ortaya çıkarak yayılmasında da insanların rolü vardır. Durum böyle olduğu halde, asıl sebepler ve gerçekler gizlenir ve topluma, olduğundan daha başka biçimlerde,
saptırılarak yansıtılır. Bu nedenle, herhangi bir olayın nedeni olarak gösterilenlere “Doğrudur” diyerek inanmadan, gerçekleri, kendimiz bir değil, birkaç güvenilir kaynaktan okuyarak ve üzerinde düşünerek araştırırsak, gerçekleri ve olayların gerçek nedenlerini daha iyi anlamış oluruz.

Günümüzde olaylar, çoğunlukla önemli bir eksen etrafında gelişmekte ve devam etmektedir. Tüm olayların kaynağı ve nedeni, bu eksenin odak noktasında çöreklenmiş çok karanlık kişilerdir. Anlaşmazlıkların, akıl ve din dışı cemaat ve tarikatların, İŞID, DAEŞ , PKK, PYD, YPG gibi terör örgütlerinin, askeri operasyonların, savaşların, silahlı çatışmaların, savaş nedeniyle yaşanan göç ve nüfus hareketlerinin, Dünya’yı kırıp geçiren salgınların, aşırı yağış, sel ve su baskınlarının, kuraklık ve açlık tehlikesinin hangi ülkelerde, ne zaman ve nasıl yaratılıp kimler tarafından uygulanacağı, çelik kapıların arkasındaki çelik odalarda yuvalanmış, bizi bizden, Türkleri Türklerden daha iyi tanıyan, çelik mavisi suratlı, taş yürekli kimseler tarafından planlanır, oyunların senaryoları yazılır, yazdırılır, baş aktörleri ve yardımcı oyuncuları özenle belirlenerek seçilir, seçilen baş aktörler ve oyuncular gerektiği gibi eğitilir.

ABD’nin resmi hükümeti her ne kadar Beyaz Saray olarak bilinse de, ABD’nin genel olarak dış politikasının ve askeri stratejisini belirlendiği asıl merkez, beş köşeli Savunma Bakanlığı Pentagon ve belirleyenler de Pentagon’da yuvalanmış olan ve Irak’ta kahraman askerlerimizin başına çuval geçirten Siyonist generallerdir. ABD. Derin Devletinin çekirdeğini Pentagondaki Siyonist generaller oluşturur. Beyaz Saray’da oturan seçilmiş başkanın, ABD dış politikasında, öyle sanıldığı gibi etkin ve belirleyici bir rolü yoktur.

Ortaçağ’da Avrupa’sında devletle olan iş ve ilişkilerini rüşvetle gördüren Yahudi tüccar ve iş insanları,düşünürleri, yazarları, bunun böyle gitmeyeceğini anlayarak, politikaya girmeye ve devlet kademelerinde bizzat yer alarak daha etkin rol almaya başladılar.

Onların tek amaçları vardı. Rab’bin kendilerine vaad ettiklerine inandıkları (Vaat Edilmiş Topraklar/Arz-ı Mevut)’da bir Yahudi Devletini yeniden kurmaktı.

Çok ağır can ve mal kayıplarına, korkunç yıkımlara, insanların ülkelerini korku ve panik içerisinde terk etmelerine neden olan 1.Dünya Savaşının çıkış nedeni olarak Avusturya-Macaristan veliaht prensi Ferdinant ve eşinin, Saraybosna’da tabanca ile vurularak öldürülmesi gösterilse de, asıl nedenin bu olmadığı, asıl nedenin önemle ve özenle gizlendiği ve halen de gizlenmekte olduğu, savaşın sonunda gelişen olaylardan anlaşılacaktır.

1914’de başlayıp 1918 yılında sona eren ve dört yıl süren savaşın sonunda, zengin petrol yataklarına sahip olan Arabistan, Ürdün, Filistin topraklarının tamamını, Suriye ve Irak’ı kaybettik. İngilizlerin eline geçen Filistin’e Avrupa ülkelerinden yoğun bir göç hareketi başladı. Filistin'e göç edenlere, çok zengin Siyonist Rotschild, büyük maddi destek sağlayarak, Araplardan toprak almalarını sağladı. Filistin'de çeşitli şehilere yerleştirilen Yahudiler silahlandırılarak Araplara karşı saldırılar düzenlendi, yıldırma politikası uygulandı ve Yahudi nüfus artırıldı. Yani, bu topraklarda bir Yahudi Devletini kurma çalışmalarına hız verilmiş oldu.

Demek ki, 1.Dünya Savaşının çıkış nedeni, Avusturya Macaristan Veliaht Prensinin ve eşinin öldürülmesi değil, Yahudi Devletinin kurulması düşünülen Filistin’in Türklerin elinden alınması imiş.

Keza, 2.Dünya Savaşının çıkış nedeni olarak da, 1. Dünya Savaşından yenik çıkan Almanya’nın, Versay Antlaşmasında 47.000 Km. kare toprağını, o topraklarda yaşayan 7 milyon Alman nüfusu ile terk etmek zorunda kalmış olması ve İtalya’nın da 1. Dünya Savaşı sonuna imzalanan antlaşmalardan pek memnun olmaması gösterilmişti. 1. Dünya Savaşının yenik ülkesi Almanya, Baltık kıyılarındaki Danzik ve bazı önemli liman şehirlerini Polonya’ya; Bohemya bölgesini, bugünkü Çekya’ya; Alsas Loren bölgesini Fransa’ya bırakmak zorunda kalmıştı.

Almanya’nın Doğu ve Batı Almanya şeklinde ikiye bölünmesine, resmi kayıtlara göre, 20 milyonu asker olmak üzere,30 milyon Alman’ın ölümüne, tüm Almanya’nın yerle bir olmasına, çok ağır ekonomik kayıplar vermesine neden olan 2. Dünya Savaşının sonunda neler olduğuna bakacak ve değerlendirecek olursak, savaşın asıl çıkış nedeninin söylenenler olmadığı anlaşılır.

1. Büyük Savaşın sonunda 1929-1945 yıllarını hatırlayalım. 1929 yılında, tüm Dünya’yı kasıp kavuran, başta Amerikan ekonomisi olmak üzere, tüm Dünya ekonomisini çökerten Büyük Ekonomik Kriz yaşanmış, ekonomik kriz, beraberinde siyasi kriz de getirmişti. Özellikle Avrupa’da ekonomi çökerken, liberal siyaset de çökmeye başlamıştı.

ABD ve İngiltere’nin Satanist siyonist yönetici kadrosu, Marshal Planını uygulamaya koymuş, birçok ülkede, kan grubunu, DNA’sını, kan ve idrar tahlil sonuçlarını, tüm sağlık bilgilerine, karakter özelliklerine, zaaflarına, değer ölçü ve yargılarına, mal varlıklarına tespit ederek ve kayıt altına alarak belirledikleri kişileri finanse ederek ve destekleyerek iktidara taşımışlardı.

Almanya’da, ilk büyük savaşın sonunda imzalanan antlaşmadan ve uğranılan büyük toprak kaybından memnun olmayan, aşırı Narsist, atak, Alman Irkçısı ve milliyetçisi, Yahudi düşmanı Adolf Hitler bu iş için biçilmiş kaftandı. Alman milliyetçiliğine ve Alman milletine hizmet ettiğini sanarak, ileride asla farkına varmadan, Siyonist emellere hizmet edecek olan en uygun kişi idi. Hitler, gizli tutulan Siyonist emellerin gerçekleştirilmesi ve yazılan senaryoların sahnelenmesi için seçilerek finanse edildi ve iktidara taşındı.

İtalya’da da bu iş için en uygun olan kişi Benito Mussolini idi ve Siyonist emellerin gerçekleştirilmesinde rol alacak olan aktörlerden birisi daha seçilerek iktidara taşınmış oldu.

Almanların azılı düşmanlarından ve tarihleri boyunca Almanlarla savaşa gelmiş Ruslara da böyle bir önder gerekli idi. Sovyetler Birliğinin başındaki Gürcü asıllı Josef Stalin, zaten hazırdı.

Ancak, seçilen bu önderlerden hiç birisi, durumun, işin ciddiyetinin ve vahametinin, önlerine kurulan korkunç tuzağın farkında değildi. Özellikle Hitler, davasına tam olarak inandırılmış, konsantre ve görevine motive edilmişti. İktidara gelir gelmez derhal kendi kadrosunu oluşturdu, SS ve SA teşkilatlarını kurdu.
Alman ekonomisi ve ticaretini elinde bulunduran Yahudilerden Almanya’yı ve Almanları kurtaracağına o kadar içten ve gönülden inandırılmıştı ki, büyük bir şevk ve azimle işe koyuldu. Kurduğu teşkilatlar, önce Yahudilere ait iş yerlerine ve evlere tacizlere başladılar. Giderek işin dozu artırıldı ve Yahudiler evlerinden zorla alınarak çeşitli yerlerde bulunan temerküz (toplama ) kamplarına götürüldüler.

Artık iş çığırından ve kontrolden çıkmıştı. Yahudi aileler parçalanıyor, aile bireylerinin bazıları bir kampa götürülürken, bazıları da başka kamplara götürülüyor ve Yahudilere tam anlamı ile bir sefalet ve felaket yaşatılıyordu.

Almanya’daki Yahudiler taciz edilerek kamplarda toplanmıştı, ancak Almanya dışında, Polonya’da Çekya’da, Fransa’daki Yahudiler de vardı. Oralardaki Yahudilerin de kamplarda toplanması gerekiyordu. Polonya’ya saldırıldı ve işgal edildi. Oradaki Yahudiler de kamplarda toplandı. Bir yanda savaş bütün şiddeti ile sürerken, öte yandan kamplarda toplanan Yahudilerin Filistin'e ve Amerika’ya sevkiyatı sürüyordu. Yoksul ve niteliksiz Yahudiler Filistin'e, nitelikli, meslek sahibi, eğitimli, kültürlü, varlıklı Yahudiler ise Amerika’ya götürülüyordu.

Ancak, sevkiyat savaş koşullarında sadece vapurlarla (buharlı gemiler) yapıldığından çok yavaş ilerliyor, kamplarda toplanan Yahudilerin tümünü aynı anda ve süratle Filistin’e taşımak zaman alıyor ve kamplarda hijyenik koşullar yeterince sağlanamadığından, bitlerle bulaşan tifüs salgını oluyor, onlarca
Yahudi, toplama kamplarında hayatını kaybediyordu.

Uzak Doğuda Çin ve Ruslarla anlaşamayan, Kuril Takımadaları yüzünden Ruslarla sürekli kavgalı olan Japonya da bu ortaklığa dahil edilerek kadro tamamlanmış oldu. Artık büyük maç başlayabilirdi.

Tabii ki, bu oyuncu takımında en önemli eleman Almanya ve onun önderi Hitler idi. Tarihteki Büyük İsrail Krallığının yıkılışından ve Yahudilerin, Roma İmparatorluğunca Roma’ya getirilerek tüm Avrupa’ya dağıtılması sonucu, Yahudi nüfusun en yoğun olduğu ülke Almanya, Polonya, Fransa, Rusya ve Çekya oldu. Yahudiler, Almanya başta olmak üzere, tüm Avrupa’da ticarete ve dolayısı ile ekonomiye tam olarak hakimdiler. Bütün üretim tesisleri, fabrikalar Yahudilerin elinde ve kontrolünde idi. Almanlar bu durumdan hiç memnun değildi. Hitler, bu durumu “Kavgam” adlı kitabında uzun uzun yazmıştır.

Filistin'de bir Yahudi Devletinin kurulması, çok uzun yıllardan beri bir düşünce olarak nesilden nesile aktarılarak taze tutuluyordu. Bu amaçla, 1897 yılında Yahudi asıllı Avusturya vatandaşı gazeteci Theodor Herzl İsviçre’nin Basel kentinde bir Yahudi Kongresi topladı. Herzl, aynı zamanda Osmanlı Padişahı 2.Abdülhamid’ten, Filistin’de bir devlet kurmak amacı ile para karşılığı toprak ister, ancak Padişah, Herzl’i huzurundan kovarak teklifini red eder.

Sonunda büyük maç başlamış ve savaştan çıkar bekleyen ülkeler de bu büyük savaşa dahil olmuşlardı.
1939’dan 1945 yılına kadar süren bu acımasız savaşta 100 milyona yakın insan hayatını kaybetti, umutlar söndü, aileler parçalandı, yerinden yurdundan edildi, ülkeler bölündü.

Burada unutulmaması ve ders alınması gereken en önemli konu, bir savaşa, olaya, olguya neden olarak gösterilen etmenlerin, gerçek olmayıp, halkı, kamu oyunu yanıltmaya, oyalamaya, asıl yapılmak istenenleri kamu oyundan gizlemeye, hedef saptırmaya, karanlıklar içerisinde görülemeyen hayali düşmanlar yaratarak karanlıklara taş attırmaya yönelik aldatmacalar olduğunu bilmek gerektiğidir.

Durmak bilmeyen narsist Hitler, kendi kişisel kaprislerinin tatmini uğruna, Napolyon’un çıktığı Rusya Seferinden nasıl büyük bir bozguna uğramış olarak yanındaki birkaç askerle Fransa’ya dönmüş olmasından ders almamış olmalı ki, milyonlarca Alman gencini Rusya bozkırlarına sürerek hayatlarını kaybetmesine neden oldu. Almanlar, Ruslara değil, Rusya'nın sert kışına ve şiddetli soğuğuna yenildi.

Almanya, bu korkunç yıkımlara neden olan savaşta çok şeyler yitirdi. Hitler yüzünden tüm Dünya’da saygınlığını yitirdi, ilaç ve kimya sanayinde sahip olduğu formüllerini, patentlerini, bilim insanını, ekonomiye çok büyük katkılar sağlayan genç işgücünü, toprağını yitirdi.

Olayların nedenlerinin, henüz olaylar gerçekleşmeden önce, kamuoyuna anlatıldığı gibi olmayıp, olayların sonundaki oluşumlarda gizli olduğunu bilmemizde büyük yararlar olduğu inanç ve kanaatindeyim.

Minik bir kıvılcım ile başlayıp tüm Ortadoğu’yu saran ve kasıp kavuran, çok büyük yıkımlara neden olan Arap Baharı dediğimiz olayın sonunda neler olduğuna bir bakalım. Kardeş millet olmalarına rağmen, birbirinin can düşmanı olan Araplar ve Yahudiler tarih boyunca sürekli savaş halinde bulunmuşlardır.

Ortadoğu’da, hemen yanı başlarında bir Yahudi Devletinin kurulmasını istemeyen Araplar, 14 Mayıs 1948 yılında, 2. Dünya Savaşının sona ermesinden sadece 3 yıl sonra kurulan İsrail Devleti ile sürekli savaş halinde idi. Arap ülkelerinin ortak partisi BAAS, bir Arap ülkesine karşı yapılan İsrail saldırısında bütün Arap ülkelerinin, ortak düşman İsrail’e karşı birleşmesini sağlıyordu. ABD’li ve İsrailli Siyonistler, çeşitli şekil ve usullerle temin ettikleri aktörlerle, tüm Arap, Pers ve Türk devletinin aralarına nifak sokarak, ustaca manevralarla birbirine kırdırarak, elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan, düşmanlarından kurtuldu.

Esen kalınız.

Değerli yorumlarınız, bize şevk, heyecan, azim ve güç verecektir. Lütfen, çok okuyunuz.

DİĞER YAZILARI