Anadolu topraklarındaki Türk varlığı, Malazgirt Zaferi’nden çok öncesine kadar götürülse de elimizde bunu kanıtlayacak yeterli yazılı tarihi belge vb. olmadığı ve tarihler yazmadığı için bu tezin doğruluğu kanıtlanamamaktadır. Ancak, Anadolu’daki varlığımızı, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile başlatabiliyoruz.

Malazgirt Zaferi ile başlayan süreç, Mondros Mütarekesinin ve ardından da Sevr antlaşmasının imzalanması ile sonlandırılmak, Anadolu’ da Türk varlığına son verilerek Türk Ulusu tarihten silinmek istenmiş, bu amaçla önce 15 Mayıs 1919 günü İzmir ve ardından da 27 Mayıs 1919 günü Aydın, Yunan Askeri Kuvvetleri tarafından işgal edilmiş ve bu işgal 7 Eylül 1922 tarihinde Aydın’ın, 9 Eylül 1919 günü de İzmir‘in kurtuluşuna kadar sürmüştü..

Yunan Ordusunun, 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i ve ardından 27 Mayıs 1919 günü de Aydın’ı işgali ile birlikte, İzmir ve Aydın civarında yaşayan Müslüman Türklere karşı acımasız bir katliam hareketi de başlamış oldu. Katliamların iki önemli amacı vardı . İlki, bölgenin nüfus yapısını Türkler aleyhine değiştirerek Türkleri azınlığa düşürmek, Rum nüfusun sayısını artırmaktı. İkinci amacı ise, antik çağın Helen Kültürünü yeniden canlandırarak ihya etmek, Megalo İdea (Büyük Yunanistan‘ı kurma hayali) gerçekleştirmekti.

Bildiğiniz gibi, Sevr Antlaşması ile Türklerin elinde son kalan topraklar da 1. Dünya Savaşı’nın galip devletleri tarafından paylaşılmış, İzmir ve Aydın illerimiz Yunan, Muğla ve civarı İtalyan Kuvvetlerince fiilen işgal edilmişti. Yunanlıların sivil halka uyguladığı katliamlar ve kadınlara karşı yaptığı hayasız saldırılar karşısında, sivil halk bölgeyi terk ederek, iç kesimlere ve Yunanlılara nazaran katliam yapmayan ve kadınlara hakaret etmeyen İtalyanların işgali altındaki Muğla’ya göç etmeye başlamıştı. Göç ve bölgeyi terk hareketi, Kuzey Ege’de Balıkesir ve Bursa illerimize kadar yayılmıştı.İşgal altındaki topraklardan ve düşman zulmünden kaçışlar nedeniyle çok büyük sıkıntılar yaşanmış, gıda darlığı ve açlık tehlikesi başgöstermişti.

Uzun süren savaşların bir çoğundan yenik çıkarak yorgun ve bitap düşmüş olan Osmanlı, neredeyse tüm kaynaklarını da tüketmiş, ordularını terhis etmiş, işgal kuvvetlerine karşı koyabilecek hiçbir düzenli silahlı gücü kalmamıştı. Hatta, Osmanlı Hükümeti, Akil Adamlar Heyeti teşkil ederek, bir çok yere göndermek sureti ile, Yunan işgal kuvvetlerine karşı gelinmemesini ve işgale karşı konulmamasını istemişti.Ancak bu durumu asla kabul edemeyen ve sessiz kalamayan Aydın halkı, yaşananların şok dalgasını atlattıktan sonra, efeler önderliğinde birleşerek, yer yer direniş hareketlerine başlamıştı.

İlk direniş ve saldırı hareketi, başlarında Yörük Ali Efe’nin olduğu efeler, 27 Haziran 1919 günü Sultanhisar’ın Malgaç Çayı köprüsünün yanındaki Yunan Karakoluna yaptığı baskınla başlamıştır. Efeler, Yunan Kuvvetlerini Aydın’ a kadar takip ederek Aydın’ı kurtararak 1 hafta da olsa, Yunan Kuvvetlerinden geri almıştır. Yunan destek birliklerinin yardıma gelmesi üzerine, efeler dağlara çekilmek zorunda kalmışlardır.

Malgaç Köprüsü baskınında, köprüyü korumakla görevli 20 kişilik Yunan Birliği tümüyle imha edilerek, tüm silah ve mühimmatı Efelerce ele geçirilmiş, İzmir-Aydın Demiryolu ve köprüler havaya uçurularak demiryolu kullanılamaz duruma getirilmiş, Yunanlıların tüm sevkiyatları, bir süre de olsa engellenmiştir.

Malgaç Köprüsü baskını, Ege Bölgesinde, Kurtuluş Savaşında düşman kuvvetlerine karşı yapılan ilk bilinçli ve planlı baskın olarak kabul edilmiştir.

Ne yazık ki, düzenli ordu, silah, mühimmat ve erzaktan yoksun Aydın halkı ve efeler, çağın en modern silahları ile donatılmış üstün Yunan Kuvvetleri karşısında daha fazla direniş gösteremeyerek dağlara çekilmek zorunda kalır ve Aydın, tümüyle Yunan Kuvvetlerinin eline geçer.

Ege’de Yunan işgali ve zulmü, Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının önderliğindeki Şanlı Türk Ordusunun 26 Ağustos 1922 günü Afyon Kocatepe’den başlattığı Büyük Taarruzun 30 Ağustos 1922 günü zaferle sonuçlanması üzerine, büyük bir bozguna uğrayan Yunan Ordusunun 9 Eylül 1922 günü İzmir’de denize dökülmesi ile son bulmuş olur.

Ege Bölgemizi tümü ile işgal ederek, Sakarya nehrini geçen ve Ankara’ya 45 Km. kadar yaklaşan Yunan ordusu kolay durdurulmadı ve yok edilmedi. Sakarya nehrinin doğusuna geçen Yunan Kuvvetleri 22 gündüz ve 22 gece hiç durmadan süren, Sakarya nehrinin kızıl kan aktığı, şehitlerimizin ve Yunan as-
kerlerinin cesetlerinin yüzdüğü çok kanlı bir muharebenin kazanılması ile durdurulabilmiştir.

Atatürk’e Mareşallik rütbesi, Sakarya Meydan Muharebesini kazandıktan sonra verilmiştir.

Bu toraklarda bugün, sonsuz bir güven ve huzur içerisinde yaşıyorsak, bunu, yokluk, yoksulluk, zorluk ve darlık günlerinde, canı pahasına düşmana göğüs geren ve canını feda etmekten asla çekinmeyen aziz şehit ve gazilerimize, ömrü muharebe sahalarında cepheden cepheye koşarak düşmanla çarpışmakla geçen Atatürk ve Kahraman silah arkadaşlarına ve onların kurduğu; saçtığı ilim, bilim ışığı ile yolumuzu aydınlatan Cumhuriyete borçluyuz.

Eğer, bizler bugün, bu güzel ülkemizde rahatça dolaşabiliyorsak, gülüp eğlenebiliyorsak, düğünler yapıp halaylar çekebiliyorsak, asker, polis, öğretmen, doktor, mühendis, savcı, hakim olabiliyorsak, atalarımızın binyıllar içerisinde oluşturduğu, Dünya’nın en gelişmiş mükemmel dilini, güzel Türkçemizi rahatça konuşabiliyorsak, bunu aziz şehitlerimize ve onların aziz canları ve kutsal kanları pahasına kurtardıkları toprağa, bayrağa ve kurdukları Cumhuriyete borçluyuz. Namus ve şeref borcumuz var.

Şanlı, şerefli, kutsal Cumhuriyetimiz kanla, canla kuruldu. Cumhuriyet; Türk olmanın bilincinde olan,gururunu taşıyan, Devletini ve milletini seven, Devletine ve milletine bağlı, çalışkan, üretken, dürüst, doğru, adil, cesaret ve metanetli, yüce erdem sahibi, yüksek nitelikli, kişilikli, iyi ve güzel ahlaklı, ulusal birliğine, varlığına diline korkmadan sahip çıkabilen ve konuşabilen, eğitimli, fikri hür, vicdanı hür gençlerin ve nesillerin üstün gayretleri sayesinde korunur ve yücelir, ülke ve toplum, çağdaş ulusların sahip olduğu yüksek kültürel ve teknolojik seviyelere ulaşabilir.

Kurtuluş Savaşında Aydın Şehrimizi Yunan işgalinden kurtaran Kahraman şehitlerimizin ve Efelerin aziz naaşlarının yattığı kutsal şehitliklerimiz vardır. Bu şehitliklerimizin ve şehitlerimizin hatırasına dikilen anıtlarımızın bulundukları yerler şunlardır :

Atça 24 Nisan Şehitler Abidesi: Atça Çomaklı Ovasında Yunan askerlerince şehit edilen 12 askerimiz için dikilmiştir ve Çomaklı Ovası mevkiindedir.

Kanlıbahçe Şehitliği :İzmir’e doğru kaçan Yunan askerlerinin öldürdüğü 94 çocuk, kadın, yaşlı insanımız için yaptırılmıştır.

Yozgatlı Hasan Şehitliği :Yunanlılarca şehit edilen Yozgatlı Hasan adına, Atça Çakır Mahmut Mevkiinde dikilmiştir.

Onbaşı Ali Ertekin Abidesi: 5 Eylül 1922 de Yunanlılarca şehit edilen, Bozdoğan Haydere köyünden ,Ali Onbaşı adına dikilmiştir.

Erbeyli (İlk Kurşun) Şehitliği: İncirliova’da, Yunanlılarca şehit edilen 72 silahsız Türk’ün anısına yapılmıştır.

Çayyüzü Şehitliği: Umurlu Çayyüzü köyünde, Yunanlılarca şehit edilen Yörük Ali Efe, Teğmen Zekai ve milli Aydın Alayından şehit olan askerlerin anısına yapılmıştır.

Savuca Şehitliği : 46’ncı Süvari Alayı ve 51’inci Er Eğitim Alayından şehit olan 7 askerimizin anısına Söke ilçesi Savuca Mahallesi’nde yaptırılmıştır.

Hiç merak ederek o şehitliklerde yatan aziz şehitlerimizin yattığı yerleri ziyaret etmek geçti mi yüreğinizden?

Güzel Türkçemiz ve Alman Dili ve Edebiyatı üzerine Üniversitede eğitim aldım. Şunu, asla çekinmeden,
çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, Dünya’nın en gelişmiş ve mükemmel dili Türkçemizdir. Mensup olduğu Ural Altay Dil Ailesindeki akraba diller dışında başka, Dünya’da bir başka eşi ve benzeri olmayan, kulağa hoş gelen armonik, matematiksel ve zengin bir dildir.

Bilimsel ve tıbbi araştırma ve incelemelere, edebi eserler yazmaya, siyasi ve askeri konuşma ve hitabete en uygun bir dildir. Sözlü ve yazılı Türk Edebiyat Dönemlerinde ve islamiyetin kabulünden sonraki dönemlerde , Türkçe çok değerli eserler yazılmıştır. İbn-i Sina’nın yazdığı tıp kitapları, uzun yıllar, Avrupa’da Üniversitelerde tıp fakültelerinde okutulmuştur.

Asya’dan Ata yurdumuzdan yola çıktığımızda dilimiz, tüm yabancı etkilerden uzak, arı bir Türkçe iken, yolda karşılaştığımız Perslerin, Türk illerine akınlar düzenleyerek binlerce Türkü katleden ve bir o kadarını da esir ederek ülkelerine götüren Arap Emevi Ordularının etkisi ile de Arapça sözcükler dilimize girmiş, Osmanlı döneminde ise, Farsça ve Arapça karışımı Osmanlıca denen uydurma bir dil oluşturularak Türkçemiz oldukça büyük tahribatlara uğratılmıştır.

Sahip çıkmamız gereken çok önemli iki değerimiz vardır:

İlk değerimiz; bu toprakları düşman işgalinden, aziz canları ve kanları pahasına kurtararak, yeniden vatan yapan ve bize hediye eden Atatürk ve Silah Arkadaşları ile aziz şehitlerimiz ve onların kurduğu Aziz Cumhuriyetimiz.

İkinci değerimiz ise; Atalarımızın, Ninelerimizin binyıllar içerisinde oluşturduğu güzel Türkçemiz,
Anadilimiz Türkçemizdir.

Bu iki değerimizi yitirirsek ;
Önce:Yolumuzu, Türk Kimliğimizi, benliğimizi, kişiliğimizi, örf ve adetlerimizi, törelerimizi, dinimizi, inançlarımızı, hasılı, bizi biz yapan, bizi Türk yapan tüm manevi değerlerimizi yitirmiş oluruz.

Sonra :Birlik ve beraberliğimizi, dirliğimizi, toprağımızı, bayrağımızı, ülkemizi, özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı, yurdumuzu ve varlığımızı yitiririz.

Cumhuriyetimize, Toprağımıza ve Güzel Türkçemize sahip çıkalım.

Esen kalınız.

DİĞER YAZILARI