Saat 23.00 ve hava karanlıktı. Ailesinin çok parası olmadığı için yüksek düzeyde eğitim alamamıştı ve bu yüzden bulabildiği tek masa başı işte akşam mesaisine kalıyordu. Ona çalışması için verilen oda dışında bütün kat karanlıktı. Binada sadece o, patronu ve birkaç üst düzey yönetici vardı. Şirket için çok önemli bir belge yazıyordu. 10 bardak kahve içmişti. Aldığı kafein yüzünden elleri titriyordu. Bir bardak daha içerse işini yarım bırakmak zorunda kalacaktı. Ellerinin titremesinden klavyenin tuşlarına basamaz hale geliyordu. Yorgundu. Tek isteği evine varıp sıcacık yatağına uzanmaktı. Klavyenin tuşlarına her basışında ruhunun bir parçasını daha bu şirkete sattığını hissediyordu. Bu bir haksızlıktı. Diğer bütün çalışanlar evlerine gidebilmişken, o yeni çalışan olduğu için ilk gününden ekstra mesaiye kalıp “kendini kanıtlaması” istenmişti. Her yer çok sessizdi. Duyulabilen tek ses klavye tuşlarının tak tak sesleriydi.
Acaba kızı evde ne yapıyordu? Ah doğru ya, kızı daha geçen sene bir araba kazasında hayatını kaybetmişti. Bunu unutmak istiyordu. Kızı, onun hayatında en değer verdiği kişiydi. Onun tek mutluluk kaynağıydı. Ama artık o da yoktu. Ara sıra kızını görüyor, onun sesini duyuyordu. Bunun, beyninin olayı kabullenmek için geliştirdiği bir yol olabileceğini düşünüyordu. Kızını özlüyordu. Ona olanlar için her gün, her sabah, her saniye kendini suçluyordu. O gün onu annesinin yanına bırakmak yerine yanında götürseydi kızı şu anda hayatta olacaktı. Eşi ile hala beraber olacaklardı. Hayat düzeni bozulmamış olacaktı. İşine odaklanmak istiyordu ancak şu anda bunu başaramıyordu.
O düşüncelerinde kaybolmuşken karanlık koridorda yankılanan bir çift ayağın soğuk mermere çarpışını duydu. Bir insan figürü koridordan onun çalıştığı odaya doğru yürüyordu. Bu patronu olmalıydı. Muhtemelen onun, işini yapmayı bıraktığını görüp işine dönmesi gerektiğini söylemek için gelmişti. Ona doğru yürüyen insan figürüne odaklandı. Figür kısa bir süre sonra odanın buğulu cam kapısını açtı ve odaya adım attı. Tahmin ettiği gibi, gelen patronuydu. Aralarında kısa süren bir sessizlik oldu. Patronu onun gözlerinin içine bakıyordu. O ise patronunun yüzünü inceleyip neden buraya geldiğini yüz ifadesinden anlamaya çalışıyordu. Patronunun yüzünde duygudan eser yoktu. Bir süre sonra patronu “Mesain bugünlük bitmiştir. Gitmekte serbestsin.” Diyerek sessizliği bozup yavaş adımlarla odayı terk etti. Rahatlamıştı. Artık evine dönebilirdi.
Yavaş hareketlerle çantasını açtı ve içine koyması gereken her şeyi hazırlayıp aynı yavaşlıkla eşyaları yerleştirmeye başladı. Her şeyi çantasına koyduğundan emin olduğunda çantayı kapatıp ayağa kalktı ve odanın ışıklarını söndürüp kendine bile yarar sağlamayan telefonunun ışığını koridoru aydınlatmak için kullanarak koridora, oradan da asansöre yöneldi. Asansörün butonuna bastı ve artık tamamıyla karanlık olan katta tek başına asansörü bekledi. Asansörün kapısı açıldı. Tek bir insanın bile zar zor sığabildiği daracık asansöre sıkışarak girdi. Galiba şirket asansöre çok para yatırmak istememişti. Çünkü asansör pek de kaliteli sayılmazdı. Birkaç saniye içinde, asansörde sallana sallana zemin kata ulaştı. Bu kat da odasının bulunduğu kat kadar karanlıktı. Katı sadece giriş kapısının altından sızan ışık kümesi aydınlatıyordu. Etraftaki mobilyalara çarpmamaya çalışarak ışığa doğru yürümeye başladı. Kapıya ulaştı ve kapıyı açtı. Gözleri karanlıkta kalmaya alıştığı için bir anda ışığa maruz kalınca yanmaya başladı. Birkaç dakika kapının önünde öylece durdu. Gözlerinin yanması geçince evine doğru yürümeye başladı. Evi biraz uzaktaydı. Para bakımından zorda olduğu için araba alamamıştı. Buralarda taksi sabah saatlerinde bile zor bulunurken bu saatte hiç bulunmazdı. Yani yürümek dışında başka bir çaresi yoktu. Yürüdüğü yolun her tarafı binalarla kaplıydı. Her binanın zemin katında bir dükkân vardı ve neredeyse her dükkânın parlak neon ışıkları vardı. Elini, gözlerini ışıktan koruyacak şekilde alnının üzerine koydu. Başı ağrıyordu ve bu durum yürüyüşünü yavaşlatıyordu.
Yavaşça yürürken bir oyuncakçı tabelası gördü. Bu ona kızını hatırlattı. Kızının en sevdiği dükkanlar oyuncakçı dükkanlarıydı. Bazı günler sırf kızı oyuncaklara istediği kadar bakabilsin diye işe gitmeyip, onun yanında tüm gün oyuncaklara baktığını hatırlıyordu. Eski günlere dönüp kendini tekrardan kızının yanında hissedebilmek için oyuncakçıya girdi. İçerisi rengarenkti. Her yaş gurubundan çocuklar için oyuncaklarla doluydu. Kızının en sevdiği oyuncaklar bebeklerdi. Bebeklerin olduğu rafa yöneldi. Kızının seveceğini düşündüğü pembe elbiseli sevimli bir bebeği eline aldı. Kutunun üzerinde pembe harflerle “Selin Bebek” yazılıydı. Elinde Selin Bebek’le kasaya doğru yürümeye başladı. Kasadaki kadın bebeğin barkodunu okuttu ve elindeki bebeğe bakarak “Bu benimkilerin favori oyuncağı. Eminim sizin çocuğunuz da buna bayılacaktır. Ona bu kadar güzel bir hediye alıyorsanız o da sizi çok seviyor olmalı.” dedi ve gülümsedi. O, kadının bu dediklerini duyunca kendini kötü hissetti. Hüzünlenmişti. Kızının “Babacığım, seni çok seviyorum!” diyen sesi kulaklarında yankılandı. Kirpiklerinin arasından göz yaşlarının akmasına engel olmaya çalışarak “Yok… Ben bunu almayacağım. Yine de teşekkürler.” dedi ve bebeği kadının elinden alıp rafına geri koydu ve koşarak dükkândan çıktı. Çıkar çıkmaz derin bir nefes aldı ve kendini sakinleştirmeye çalıştı. Etrafa bakıp kafasını dağıtmaya çalışarak evine doğru yürümeye devam etti. Dükkânların sık olduğu sokaktan uzaklaşıp, araçların sıklıkla geçtiği anayolun yanındaki dar kaldırımdan yürümeye başladı. Yorgunluktan başı dönmeye ve sıklıkla gözleri kapanmaya başlamıştı. Uyanık kalabilmek için adımlarını saymayı denedi. Adım saymak gibi bir şeye odaklanırsa uykusunun açılacağını düşünüyordu. Yürümeye devam ettikçe yorgunluğu arttırıyordu. Bugün çok fazla ve çok ağır çalışmıştı ne de olsa. Bir yere oturması gerekiyordu. Yürümeye devam ederse yanlışlıkla yola sendeleyebilirdi. Kaldırımın kenarına oturdu. Ayılmaya çalıştı.
Yine kızının sesini duymaya başladı. Bu sefer “Baba buraya gel!” diyordu. Arkasına baktı ve orada kızını gördü. Yine hayal gördüğünü sandı. Kızı, yola doğru koşmaya başladı. Bir anda içi korkuyla doldu. Aynı şeyin bir kere daha yaşanmasına izin veremezdi. Kızına bir kere daha araba çarpamazdı. Çarpmamalıydı. Oraya gidip kızını kurtarması gerekiyordu. Ayağa kalktı ve yola doğru koşmaya başladı. Kızının peşinden koşuyordu. Bir araba neredeyse ona çarpacaktı. Son anda frene basıp durdu ama bu onun umurunda değildi. O sadece kızını görüyordu. Kızı dışındaki hiçbir şey onun için önemli değildi şu anda. Kendi canı pahasına bile olsa kurtarmalıydı onu. Kızı aniden çok hızlı gelmekte olan bir arabanın önünde durdu. Onu kurtarmak için arabanın önüne atladı ve vücudunun her yerinde sert bir acı hissetti. Hiçbir şey göremiyordu. Canı çok acıyordu. Kendini zorlayarak gözlerini araladı. Yerdeydi. Eline baktı. Eli kan içindeydi. Yanında bir grup insan duruyordu. Etrafa kafasını çevirmeden bakındı. Gözleri ağırlaşıyordu. Galiba daha fazla dayanamayacaktı. Ölümü kabullenmek zorundaydı. Kızını gördü. Kızı onu çağırıyordu. Elini uzatıyordu. Kızının elinden tuttu. Kalp atışları durdu. Nefes almıyordu artık…