Gündelik hayatın keşmekeşi, sürekli bir yerlere ulaşma telaşı ya da içinde bulunduğumuz iş koşulları bizi özümüzden birazcık ayırabiliyor. Nasıl diye sorarsanız: Hepimiz sevdiğimiz işi yapıyoruzdur belki. Ya da sevmediğimiz bir işi yapmak zorunda kalıyoruzdur hatta belki bir işimiz bile yoktur. Tüm bu keşmekeşlerin içinde, devingen bir zamanda sürekli bir kovalama içerisindeyiz.

Ne güzel demiş Gülten Akın İlk Yaz şiirinde; “Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya.. Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler” diye.

Bizim de vaktimiz yok durup nefes almaya, biraz kafamızı kaldırıp anda kalmaya ve göğe dalmaya. Sorunlarımız, kaygılarımız ve koşullarımız sürekli hareket etmemize neden oluyor ama bazen nefes almayı da bilmek gerek. Nefes almak biyolojik olarak hayatın devamlılığını sağlayan bir fonksiyondur. Ancak ruhun nefes alması çok farklıdır. Yaşama bakış açımız, motivasyonumuz nasıl nefes alacağımızı belirler. Tüm bu keşmekeşlerden nasıl çıktığımız ya da kendimize nasıl vakit ayırdığımız, durup insanlardan ziyade kendimizi dinlediğimizde işte o zaman kaliteli bir oksijen solumaya başlarız.

Her şey ilk olarak kişinin kendini sevmesi ile başlar. Öncelikle kendimizi ve yaşamımızı kaliteli kılmalıyız. Kendimize zaman ayırıp ödüllendirebilirsek, işte o zaman sevdiklerimize de bunu yansıtmış olacağız.
Arada nefes almak iyidir. Şunu unutmayalım; kendi ile vakit geçiren ve kendini sevebilen biri asla yalnız kalmaz.