İnsanlar olarak hayatımız boyunca hep doyumsuz olduk. Doyumsuzluğumuzdan dolayı da olmayacak işlerin, olayların ve kişilerin peşine düştük. İstediğimizi elde ettiğimizde de daha fazlasını elde etmek için yeni işler peşine düştük. Doyumsuzluğumuz hep var oldu olmaya da devam edecek. Doymağı öğrenene kadar hırsımızın, kibrimizin esiri olacağız. Ve kibir ve hırsımız içten içe bizi bitirecek. Elimizde kalan bitmeyen kavgalarımız olacak. Hem kendimizle hem de çevremizle

Şöyle bir video izlemiştim. Sanırım doyumsuzluğu anlatan en iyi videolardan bir. Yolda yürüyen biri bisiklet süreni görünce keşke benimde olsa diyor. Bisiklete kavuşuyor. Ardından motosiklet süren birini görüyor ve keşke benim de olsa diyor ve sonra motosiklete kavuşuyor. Motosikleti sürerken araba süreni görüyor ve keşke benim olsa diyor. Arabaya da kavuşuyor. En son uçağı görüyor ve keşke uçağım olsa diyor. Ve videonun sonunda ayakları olmayan biri geçiyor ve tek istediği keşke ben de yürüyebilsem oluyor. Onun doyumsuzluğu ayağı olmayanın tek isteği oluyor. Elimizin, kolumuzun, ağzımızın gözümüzün, vücudumuzun her zerresinin değerini bilmemiz lazım. Şükür ne güzel bir kelime. Şükretmeyi bilememiz lazım.

Tabi ki daha iyi yerlere gelmek, daha işlerde çalışmak için çalışmamız lazım. Fakat bunu kendimize ve hırsımıza yenik düşmeden yapmalıyız. Bunu çevremize zarar vermeden, birinin tabiri caizse ayağını kaydırmadan yapmamız lazım. Bitmeyecek kavgaların içine girmeden, kendimizi ispatlamamız lazım. Kendimizi ve dik duruşumuzu her yerde örnek olacak şekilde göstermemiz lazım. İçsel kavgamızdan vazgeçerek adım adım başarıya koşmamız lazım. Çevremizdeki kargaşaya girmeden çözüm önerileriyle toplumda saygın olmalıyız. Bunun için tüm kavgalardan uzak durmalıyız.