...
“işin kısası o tarafa doğru gidiyorum.” nereye dönsem aynı yere çıkıyor. oturup ölçecek değilim kaç adım olduğunu. aslında tartmak gerek adımladığın tüm toprağı. çünkü uzaklık değil toprağın yüküdür ağır gelen… bir de gezip tozduklarımız, ayak izlerimizden dökülen terimize çekilen sevdamıza değin tartıya dahildir. lirik cümlelere bir kaptırmaya görün, girdap gibi dibe çökertir insanı. oysa biz bir masada kaç kişiyiz. oysa en fazla dansta ayağıma basıldı. öğretilen figürleri unuttum. yine de gemiler çıktıkları kıyıda değiller. çoktan yaktık… gözüme biraz duman kaçtı biraz da yol yorgunuyum. o tarafa doğru gidiyorum işin kısasına…
...
konu gittikçe derinleşiyor. her adım bir diğerinin üzerine biniyor. sorular ve yol

kenarındaki ağaçlar peş peşe ölüyorlar. bu sanırım ikinci dönüşüm ölüme. ilkinde şairlerdi bütün suçlu ve suçun biçtiği paye; zavallılık… şimdiyse açık unutulan bir kapıdan sızan ses gibi artık kovulamaz ve artık eşyanın, yolun ve hepimizin adı oldu… bu derinlik bizi öldürecek biz birkaç kulaç atabiliriz, zaten kıyıyı kaybetmememiz tembihlendi bize. sonra sayılamayacak kadar çok kural… susturulan her şeyin kışkırtıcı bir yanı var. akşamın, gündüzün kıstırılmış ve üstü çulla örtülmüş hali. içte, merkezde göz kamaştıran parlaklık görülmeye değer. ve bir o kadar da kuşatıcı. hadi şimdi soruyu ben sorayım, olmadı kendimizi bırakırız masanın üzerine. ben soğuk bir su alabilirim. Ne yedin lan oğlum akşam akşam! deme hakkınız her zaman masanın üzerinde. Bir de çevresi işlemeli su bardağı masanın üzerinde. terimiz de öyle masanın üzerinde. konu gittikçe pisleşiyor… sen iyisi mi çoraplarını giy…

...
hadi tut elimden, koşar adım çıkalım tarihten dışarı. mitolojiden ve matematikten adımımızı kurtardığımızda görüntünün ve denklemin hiçbir önemi kalmayacak. biz durup bir ırmak kenarında suya gömüleceğiz. muhtemelen ağzımız açık kalacak. ilk şaşırma kendinden başlar çünkü. ama nasıl olur tarihe mitolojiye ve matematiğe kafa tutan insanlar birlikte suya gömülebiliyorlar. kimsenin kaç nefesimizin kaldığını sayacağını sanmam. çünkü matematikten doğmuyor bu ırmak. ağzımız daha da açılıyor. içine balıklar, gazoz kapağı ve kırık dal parçası giriyor. şimdi bir kamyon da az önce ırmağa düşmüştü. sol yapıp ağzımıza doğru geliyor desem. Ağzına etme hikayenin diyenler çıkacak. ama tam da bunu diyecektim. hadi tut elimden koşar adım