baştan soyleyim,bu yazının içinde sen yoksun. buna gerek de yok. bir yol ve kenarda uzanıp duran ağaçlar var. ara sıra savrulmuş taşlar ve gökyüzünde bolca gölge...

iyi böyle! "sana bu yazıda neden gerek olsun!..” cümlesinin sonuna soru işareti koyduğumda mutlak bir cevabı olmalıdır. uğrasamam bununla. bu yüzden ünlem koyuyorum butun cevaplar boşa çıkıyor.


unutma ki hayat ve yaşanan her şey birgün kayıttan düşer. belki rüzgâr çıkar, saçlarım bir miktar dağılır. dokunabilirim bir ağacın gövdesine. sonra içimde bir daire büyür. tüm noktalar oradadır. (abartıyorumdur bazı noktalar senin gözlerinin yerine resimdedir. bazıları “ben”dir.) bir dağ başında ateş yakmış ve bağdaş kurmuş bir adamımdır. yüzümde alevin dansı... başka bir yerde akşam oluyordur. sen orada biriylesindir. uzanmış yatağı gözlerin yumuktur ve akşamı içine çekiyorsundur. belki sadece camdan düşen ışık oyunudur bütün bunlar. aslında ne kelimeler susmuştur ne sen oradasındır. yol baştan sona yalnız ve yalın yürünür. sen ne bu yazının içindesindir ne benim. ne de o dağın kırığına inen gecenin içindesindir…

özledim evet bak bu yola çıkmadan aklımda olan tek şeydi. özledim ve içime bir dağ gelip oturdu. sonra çevresinde dağınık ağaçlar.(muhtemelen zeytin ağaçları) sonra uzun uzun düşündüm. ben bu dağda ve bu özlemekte yoktum. kelimeler vardı. onlar ceset taşıyan torbalardı. sonra şairler zavallı vurulması gereken şairler...(celal abi haklısın pıçaklanmalı şairler) kelimelerin peşinden giden, sonra dünyanın bir ucunun olmadığını bilen içine çömeltilmiş şairler. ben diyorum ki, her şiir bir çömelme/çöktürmedir. size kalsa duruş/devrim/isyan falan diyeceksiniz. ardından sevgili/gözleri/ölmek gelecek aklınıza. oysa ben baştan beri diyorum ki; bu yazıda “sen” yok.


bütün bunları geride bırakabilirim. yazdıklarımı, yaşadıklarımı sondan başa doğru dağdan iner gibi silebilirim. peki vardığım yerle yazının bitişi aynı olacak mı? bunlar neden sizi ilgilendirsin? siz derin toplumsal meselelerle meşgulsünüz. benim anlattıklarım ülkenin içinden geçtiği hassas durumun ne sağında ne de solunda yer alır. ama ben mesela hiçbir meselenin içine dahil edilmediğim halde, ben varmışım gibi bana cümleler kuruyor siz ve televizyonda uzmanlar. "dikkatli ve uyanık olmam gerektiği, safımı belirlemem gerektiği" gibi kocaman cümleler. yoksa karışmazmışınız başıma geleceklere. ve daha bir sürü ürperten titreten zayıf ve çelimsiz bırakan sözler. ama onların sözlerinde de sen yoksun. bu onlarla aramdaki tek ortak nokta. yine de "abi ezmeyin bu kadar, beni bu kadar önemsemeyin" diyesim geliyor. diyemiyorum. çünkü onlar vatandaşlığımın bittiği yerde oturuyorlar. devlet millet bu haldeyken, en hassas dönemden geçilirken ben oturmuşum bir yazının içine seni sokmadan nasıl yazabilirimi düşünüyorum. Vatan ve ihanet belki böyle serpiştirilmiştir benim kanıma. ve belki silmeye başladığımda altında bu alnıma çalınmış leke gibi sen yani ihanetim belirecek...

yani demem şu ki; yalnızlığı aradan kaldırsam sen çıkacaksın. seni yazsam, yağmur yağacak ve ben "şapkamı çıkarıp ırmağa atacağım"

zor işler bunlar...