kelimelerin getirdiği yerdeyim, yağmur yok, münir de yok, mesut da... sivas'tan çok uzakta ama sivas'a ucu bağlı, birbirine hiç dokunmayacak, birbirinden hiç ayrılmayacak iki rayın kenarındayım. biraz ırmağa, çokça susmaya benziyor. kendimi kıyısına bırakabilseydim herhangi bir şehrin(içinde hiç gözüm olmadı) buraya durup durup gelmezdim... dolmaz bir boşluğu içinde saklayan bu yer, gelenin bulamadığı, gidenin götüremediği kendilikleri yığmış. "yalnızlık" değişmeyen tek sancısı. caddeyi dolduran insanlar bulamayacakları bir koşudan her seferinde evlerine yenik dönüyorlar. vitrindeki dünya, binalardan sarkan şatafat, kalpteki o minik boşluğu/noktayı/ süveyda'yı (münir aklıma geldin yine) doldurmaya yetmiyor.

bizi tutan bir şey var bu istasyonda, mıh gibi kalbimize çivileyen bir şey. yenilgiyi birileri üzerine almalı. gidenlerin bıraktıklarını da… onca gidiş bir istasyona çok fazla. el sallardık, öğrenciydik, içimizde birikmiş yağmurlar, el sallardık ve hiçbir sebebimiz yoktu. sığınmakla sığışmak arasında bir yerde durur her istasyon. deliler dili en geçerli hal çözücüdür buralarda. bir de döndüğünde çantasında “acaba” ile dönenlerin sabitlenemez bakışları. hangi duvardan, hangi çizgiden, hangi aşınmış parke taşından başlayacağını bilmeden; gidişinden kalan ne varsa bulma umudu taşır. konuşmak çözülmektir. tren gittiğinde düğümlenip tortop kalmak. bizi demokles’in kılıcı değil, omzumuza dokunacak el çözecektir. hep iki ray kadar yakın ve hep iyi ray kadar düzenli mesafeliyiz şehre ve kendimize. siz şehrin yerine istediğinizi koyabilirsiniz zararı yok, her hasretin adına yakışır bir sevgili elbet bulunur.

kelimelerin götürebileceği en son yerdeyim, iki ray arasındaki boşlukta. birbirine sözcüklere dizmiş olsak da hep gitme hali ve hep yan yana ama upuzak bir kederi susturuyoruz içimizde. şehre çamur çaylak dönen adamı gördüm. (mesut henüz yazmasa da o adamın hikâyesini) ve şehri terke hazır adamı da gördüm. ve ben tam da ikisinin arasında -nerede kaldın- diyemeyen herkesin vebali gibi durdum, bekledim. uzak neresiyse, daha uzağına diktim gözlerimi... körlük bu. cemil meriç kitapları istasyonu sever gibi sevmiş midir? ya da şehre adamın ayaklarında getirdiği çamur bizi teskin etmeye yeter mi? çabucak binmiyor burada yolcular. söz kadar birden kalkmıyor tren. sanki biri sırtımdan gömleğimi yırtsa, kalbimi kesmeleri için uzatacağım. diyemiyorlar ama mahcuplar, ama yorgunlar, ama terk ediyorlar bir şehri... siren sesinin içimizdeki her şiiri susturan bir gücü var, elimden tutan hadi diyen... gidemiyoruz lan oğlum, gidemiyoruz; mesut, münir, veysel… kalbimiz kırık ve ben her trenden daha çok dolu, her raydan daha yalnızım... daha kaç ben gidecek içimden, "insan kaç ıssızlık eder"(bu kez tırnak içine aldım ve o söz münir'in sözü ben çalmıştım, rahatladın mı oğlum) kül tablası kadar dolup boşalıyorum, kirliyim lan ben...

kelimelerin getirdiği yerde yoksun... tren kalktı... biz yenildik...