Kalbiniz, kemikleriniz kadar kolay kırılabilir. Kalbiniz kırıldığında, aklınız genellikle sizi kandırır; sizi umutsuzluğa sürükler ve aslında imkansız olan en küçük iyileşme umutlarına tutunmaya ikna eder. Ancak zaman içinde, kalbiniz yavaş yavaş kendini gerçeklere teslim eder ve aklınız da yeniden eskisi gibi çalışmaya başlar. Böyle zamanlarda kendimizi, haysiyetimizi de koruyarak, kırılmış kalbimizi onarmak için yas tutma döneminden geçmemiz gerektiğine ikna ederiz. Üzücü de olsa, “kırık kalp” oldukça yaygın bir tema, ancak yine de bu temaya tam anlamıyla alışamıyoruz. Sosyal psikologların sık sık vurguladığı gibi, fiziksel acı, genellikle insanları sosyal veya duygusal acılardan daha az korkutuyor. Yani, bir kemiğimizi kırma düşüncesi bizi hayal kırıklığına uğramak, aldatılmak ya da duygusal bir çöküş yaşamaktan çok daha az korkutuyor. Vücudumuz, herhangi bir fiziksel yaralanma ya da enfeksiyon durumunda ne yapacağını ve sorunlarla nasıl baş edeceğini biliyor. Diğer yandan, herhangi bir ilişkimiz bozulduğunda, vücudumuzun ve aklımızın neredeyse tamamen tıkandığını hissederiz. Uzmanlar, beynimizin bu tür ayrılıkları bir çeşit yanma olarak algıladığını söylüyor. Yani, beynimiz duygusal acıyı aslında fiziksel acı gibi algılıyor, ancak sorun şu ki, fiziksel acıyla nasıl baş edeceğini bilen vücudumuzun aksine, duygusal yaraları nasıl tamir edeceğimizi bilmiyoruz. Bu nedenle, en azından bir süre için, aklımız kendini birçok çatışan fikrin, boş beklentilerin ve anlamsız akıl yürütmelerin içinde buluyor.
KALBİNİZ KIRIK OLDUĞUNDA ZİHNİNİZ SİZİ NASIL KANDIRIYOR?
Kasıtlı olmasa da, aklınız sizi kandırıyor. Bunu yaralanmış olduğu, kendini kayıp hissettiği ve hala kırık kalbinize bağlı olduğu için yapıyor. Bu kırık kalp reddedilmekle nasıl baş edeceğini veya kısa bir süre önce hayatınızın büyük bir parçası olan birine nasıl veda edeceğini bilmiyor. Bunlar gerçekleştiğinde, kendimizi olanları reddetmeye çalışan oldukça karmaşık savunma mekanizmalarının içinde kapana kısılmış buluruz. Ve bütün bunlar yetmezmiş gibi, aklımızın içinde daha karmaşık ve çapraşık süreçler işliyor. Beynimiz ikincil bedensel-duyusal korteksi ve arka insulayı aktive ediyor. Bunlar, beynimizi fiziksel acıya bağlayan yapılardır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, beynimiz duygusal acıları genellikle fiziksel acılar gibi algılar. Bütün bunlar, böyle dönemlerden geçerken düzgün düşünemediğimiz ve zaman zaman kendimizi kandırdığımız anlamına geliyor. Gelin bu süreçlerin genellikle nasıl işlediğine bir göz atalım.
1. Hayatımdaki en önemli insanı kaybettim
Duygusal acı beraberinde kederi getiriyor; keder, kendini çaresizlikle besleyebileceği bir sığınak, kaçabileceği bir kuytu köşe arıyor. Kalp kırıklığından sonra yaşanan bu süreçte, oldukça yaygın olarak “hayatımdaki en önemli insanı, beni mutlu edebilecek tek insanı kaybettim” gibi zararlı düşünceler kişilerin aklını meşgul eder. Aklınız sizi kandırıyor, hatta aslında, sizi rehin alıyor. Hayatınızdaki en önemli insan sizsiniz. Hayatınızın bir döneminde sizin için çok önemli olan eski partneriniz, artık hayatınızda yok ve bu kabul etmeniz gereken bir gerçek.
2. Yanlış bir şey yaptım, değişebilirim!
İnkar, bir kaybın ardından verilen savaşın ilk aşamasıdır ve bu aşama, her yolu denediğimiz bir zaman dilimidir. Bu aşamada kişi sıkça kendini suçlama eğilimi gösterir. Kendimize, ilişkimize gereken özeni göstermediğimizi, yanlış bir şeyler yaptığımızı, ortadaki sorunun onarılabileceğini söyleriz. Kafamızdaki bu düşüncelerle, neredeyse takıntılı bir ruh hali içinde, karşımızdaki kişiyi tekrar denememiz gerektiğine ikna etmeye çalışırız. Temiz bir sayfa açmaya, her şeye en baştan başlamaya ikna etmeye çalışırız. Çünkü ne de olsa aramızdaki ilişki bu şekilde bir köşeye atılmamalıdır. Ancak, aklınız sizi yine kandırıyor. Kalbiniz kırık ve iyi niyetiniz gözünüzü kör ediyor. Aslında yapmanız gereken tek şey basit bir gerçeği kabul etmek: karşınızdaki kişi sizi artık sevmiyor ve bunun başka bir açıklaması daha yok.
3. İletişime geçme ve irtibat kurma takıntısı
Bugün, devamlı iletişime ve anında yardıma erişebildiğimiz, herhangi bir hayal kırıklığına tahammül edemediğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Sevdiğim kişinin bana artık mesaj atmıyor olmasını nasıl kabul edebilirim ki? Ona mesaj atmamı engellediğini, artık benimle herhangi bir şekilde iletişim kurmak istemediğini nasıl anlayabilirim? Karşımızdaki kişi bizimle olan iletişimini tamamen kesebilir ya da eskisi gibi hızlı cevap vermeyebilir; böyle durumlarda, aklımız karşımızdaki kişinin sessizliğini açıklayabilmek için birçok bahane üretecektir. Hatta, son bir mesaj atabilmek için veya çaresizce son bir istekte bulunmak için çok çeşitli stratejiler üretecektir. Aklımızın içindeki bu yıkıcı dinamik, gururumuz en sonunda “bu kadarı da fazla” diyene kadar sürer. Ve en sonunda geldiğimiz bu nokta, eski partnerimizi iletişim listemizden ve sosyal ağlarımızdan çıkarmak gibi süreci atlatmamız için gerekli olan bazı adımları atacağımız zaman olacaktır.
4. Hayatım asla eskisi gibi olmayacak
Bu cümle aslında doğru. Elbette, yaşadığımız duygusal çöküşten sonra hayatımız artık eskisi gibi devam etmeyecek. Ancak, aklınız sizi bu konuda da kandırıyor ve size bir daha asla mutlu olamayacağınızı söylüyor. Size, artık sevgiye layık olmadığınızı, dokunduğunuz her şeyi mahvettiğinizi ve sizi terk eden sevgiliniz gibi birini bir daha asla bulamayacağınızı söyleyecek. Bu tür düşünceler, saçma bir işkence biçimidir. Tabi ki hayatımız eskisi gibi olmayacak. Hayatımız bundan sonra farklı ve daha güzel olacak; çünkü artık hayatımızı yanımızda bizi sevmeyen biriyle, sevmiş olsa bile bizim istediğimiz gibi sevemeyen biriyle birlikte sürdürmeye çalışmak zorunda değiliz.
5. Beni artık sevmemesinin nedenini bilmek zorundayım
Bunu kendimize itiraf edelim. Herhangi bir zamanda bir kişiyi artık sevmememizin açık, objektif veya elle tutulur bir sebebi var mı? Belki bazen bu sebepleri görebiliriz, ancak bu sorunun cevabı çoğu zaman açık değildir. Bu soru bizim için bir takıntı haline gelebilir ve hatta bizi daha büyük bir umutsuzluğa sürükleyebilir. Ancak, bazen aşk ateşi sebebini bilemediğimiz şekillerde ve zamanlarda sönebilir. Bazen resmin içinde bir başkası vardır, bazen ufak tefek birçok şey birleşerek kocaman bir sorun haline gelir. Ancak çoğu zaman, ayrılıklar kelimelere dökülerek açıklanamaz. Bu tür durumlarda yapılacak tek şey kabullenmek ve dürüst olmaktır. Kabullenmek kişinin kendisiyle ilgilidir, dürüstlük ise karşımızdaki kişiden gelir: bize, büyük bir cesaretle ilişkiyi tamamen bitirmek istediğini, geriye dönüşün mümkün olmadığını ve bu ilişkinin herhangi bir geleceği olmadığını söyler.

Kısacası, kalbimiz kırıkken aklımıza her zaman güvenemeyeceğimizi biliyoruz. Ancak, çoğu zaman hislerimiz ve düşüncelerimiz savaşın bir parçasıdır. Olan şeyleri oldukları gibi kabul edebilmek, etrafımızı saran kaosun içinde daha sağlam bir ruh sağlığıyla var olabilmemizi sağlar. Zaman içinde, kendimize duyduğumuz saygının bize sağladığı kalkanın arkasında kendimize yeniden bir yer bulacağız ve böylece, epey hassas ancak temel bir iş olan kalbimizi iyileştirme sürecine başlayacağız.