Bireyin ihtiyaçları doyumsuz kaldığında ortaya çıkan aşırı kaygı durumundan kendini korumak için başvurduğu başarılı veya başarısız sonuçlanabilen davranış biçimlerine “savunma mekanizmaları” denir. Ben savunma mekanizmalarını ruhun bağışıklık sistemine benzetirim. Kişiler yaşadıkları zor durumlar karşısında ruhsal bütünlüklerini devam ettirebilmek ve koruyabilmek adına çeşitli savunma mekanizmaları geliştirirler. Bu yazımda savunma mekanizmalarını devreye sokan iki durumdan, çatışma ve engellenme durumlarından bahsedeceğim. Herkes tarafından çoğunlukla bilinçsiz olarak kullanılan savunma mekanizmaları; bireylerdeki kaygıyı azaltır, bireyi çatışmalardan uzak tutar, bireyin özgüveninin sarsılmasını bir süre önler dolayısıyla bireyin kişiliğini korumak için çalışır. Fakat savunma mekanizmaları problemleri tamamen çözmez ve etkileri uzun sürmez. Aynı zamanda, bireylerin savunma mekanizmalarını sıklıkla kullanması bazı psikolojik problemlere de yol açabilmektedir.

ÇATIŞMA

Çatışma, psikolojide birlikte çözülemeyecek iki ya da daha çok durumun bir arada ortaya çıkmasıdır. Örneğin bir genç kendini bir grubun parçası olarak görmek ve arkadaşları gibi davranmak için dansa gitmek isteyebilir. Batı kültüründe gençler için bu güçlü bir istektir. Ama genç beceriksizce dans ettiği için arkadaşlarının alaylarıyla karşılaşıyor ya da kendisiyle alay edildiğini sanıyor olabilir. Bu durumda onurunun kırılmaması için, dansa gitmekten kaçınma güdüsü ortaya çıkacaktır. Genç ikilem içindedir; gitse de, gitmese de sıkıntı duyacaktır. Bu durum yaklaşma- kaçınma çatışması olarak adlandırılır. Bütün çatışmalar aynı ölçüde rahatsız edici değildir. Çekici ve uygun iki durum arasında seçim yapmak zorunda kalan bir genç örneğinde olduğu gibi, iki istenen durumun yol açtığı çatışma (yaklaşma-yaklaşma çatışması), kararsızlığa yol açsa da çok nadir olarak büyük bir sıkıntı yaratır. İki tehlike ya da tehdit arasındaki çatışma (kaçınma-kaçınma çatışması) çoğunlukla daha rahatsız edicidir. Örneğin insan işinden nefret edebilir, ama işini bırakamaz çünkü işsiz kalmaktan da korkar. Bir gereksinim ile bir korku arasındaki çatışma daha çok güçlü olabilir; hem annesine bağımlı olan, hem de kendisini istemediği ve cezalandırdığı için ondan korkan çocuk örneğinde olduğu gibi. Güçlü bir tehdit ya da korku içeren çatışmalar kolay çözümlenmez; kişinin çaresizlik ve bunaltı duymasına yol açarlar. Birbirinden farklı türden çatışmalar vardır ve her türlü çatışma, kendine özgü sorunlarla beraber gelir.

ENGELLENME

Belirli bir hedefe yönelen ihtiyaç, güdü ve davranışın amaca ulaşmasının önlenmesine engellenme denir. Engellenmeler de bireyde stres oluşturur. Söz konusu engel bedensel (basketbolcu olmak istiyorsunuz ama boyunuz kısa), psikolojik (müziği çok seviyorsunuz ama müzik yeteneğiniz yok), çevresel (pikniğe gitmeyi düşündüğünüz gün yağmur yağması) veya toplumsal (okumak isteyen bir kız çocuğunun babası tarafından okula gönderilmemesi) olabilir. Engellenme bireyde hayal kırıklığı, öfke, kaygı, yılgınlık ve üzüntülere neden olur. Kişinin iç yaşamı gergin bir hal alır. Hayal kırıklığı bir insanın beklentisinin gerçekleşmemesi durumunda yaşadığı olumsuz duygudur. Engellemenin kaynağı iç ya da dış etkenler olabilir. Bireyin zihinsel ya da fiziksel yetersizliği, özellikle kendi yeteneklerini aşan amaçlara yöneldiğinde bir engellenme nedeni olabilir; çocukluk çağından kalma aşılmamış sorunlar, kişinin benliğine sinmiş yasaklar ve korkular da engellenmeyle sonuçlanan iç etkenlerdir. Toplumsal ilişkilerdeki engellenme ise, genellikle toplumun koyduğu yasaklar gibi birtakım dış etkenlerden kaynaklanır. Engellenme, ya güdülemin giderek yoğunlaşmasına, ya engel karşısında çaresiz ve etkisiz kalarak geri çekilmeye ya da başkalarına yönelmiş öfke ve saldırganlığa yol açabilir. Bazen de, bireyi sorunlarına yeni çözümler bulmaya iterek, toplumsal açıdan yapıcı sonuçlar doğurur.