Değerli Hedef Gazetesi okurları, hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım.
Bildiğiniz üzere dünyada gündemin en hızlı değiştiği ülkelerden birisiyiz. Belki de birincisi biziz. Gündem baş döndürücü bir hızla eskilerin deyimiyle tebeddül etmekte. Hatta anlık olarak değişmeler bile söz konusu

Televizyon kanallarının altından geçen son dakika ibareli haberler artık neredeyse sıradan hale geldi. Falanca bakanın açıklaması, Suriye’deki gelişmeler, enflasyon, asgari ücret tartışmaları, iç siyasetteki gelişmeler ve saire…

Ancak ülkemizin neredeyse Cumhuriyetle yaşıt, hiç değişmeyen bir gündemi daha var. Tarihi gelişmelerin siyasi görüşler üzerinden değerlendirilmesi neticesinde oluşan bu gündemi 1908 yılına kadar götürmemiz mümkün.

Aslında Osmanlı imparatorluğunda siyaset, savaşlar, ülkede ve başkentte yaşanan önemli gelişmeler her zaman toplum tarafından tartışılırdı. Bu tartışmaların yapıldığı yerler genellikle kahvehanelerdi. Bu sebeple padişahlar bazen kahvehaneleri kapatır ve devlet sohbeti adı verilen bu konuşmalar iç güvenlik gerekçesiyle önlenmeye çalışılırdı. Ancak halkın artık olağan bir günlük alışkanlık haline gelmiş bu sohbetlerden vazgeçmesi mümkün değildi.

1908 tarihinde yaşanan II. Meşruriyet’le birlikte imparatorluk yeni bir döneme girdi. Siyaset ülkenin bir numaralı gündem maddesi oldu ve uzun süre bu niteliğini devam ettirdi. 1908 ile 1923 arasında ve sonrasında yaşanan olağanüstü gelişmeler, Balkanların elden çıkması, imparatorluğun dağılması, cumhuriyetin ilanı ve yapılan inkılaplar neticesinde şekillenen yeni toplumda halen bir sonuca varılmayan birçok tartışmayı meydana getirdi.

İttihat ve Terakki, Enver Paşa, Talat Paşa, masonluk, Sultan Abdülhamid, Lozan anlaşması, harf inkılabı, Atatürk’ün bireysel yaşamı, kişilik özellikleri gibi birçok konu bunlardan bazıları. Bu konular hakkında zamanla gerçek dışı birçok bilgi yayıldı ve kabul gördü. Değerli ve ciddi araştırmacılarca gerçekler ve yaşananlar defalarca ortaya konulmasına rağmen tartışmalar bitmedi.

Toplum zamanla bu tartışmalar etrafında siyasi kamplara ayrıldı ve bu ayrılık artık kesin bir ayrışmayı ortaya çıkardı. Esasen ülkemizde ön kabuller gerçeklerden değerli olduğu için doğruyu söylemenin bir faydasının olmadı.

Geçen cumhuriyetbayramında bitmek bilmeyen bir tartışma daha patlak verdi. Sultan Vahdettin hain miydi? Kendisini Atatürkçü ve sosyal demokrat olarak adlandıran çevrelerce son Osmanlı padişahının ülkesine ihanet ettiğinin üzerinde duruldu ve tartışma giderek büyüdü. Murat Bardakçı tarafından Sultan Vahdettin’in gerekirse linç edilmesine dair Mustafa Kemal Paşa tarafından verilen bir emir yayınlandı. İlk defa ortaya çıkan bu belge ilginçti doğrusu.

Şimdi, yukarıda belirtildiği üzere bir faydası olmasa, kamplaşmaya kadar giden tartışmaları sonlandırmaya yaramasa dahi, bu bitmek bilmeyen tartışmaya dair söylenmesi gerekenleri söyleyelim ve öncelikle Sultan Vahdettin üzerinde durmakla başlayalım.

Sultan Vahdettin, Osmanlı şehzadeleri arasında pek fazla ön plana çıkmayan, yine son dönemdeki diğer şehzadeler gibi devlet yönetimi, ülkenin durumu ve siyaset konusunda yeterli eğitim ve birikime sahip olmayanlardan birisiydi. Zaten II. Meşrutiyet’ten sonra kurulan meclisle birlikte iç siyasette partilerin egemen olduğu bir dönem başlamıştı. Bu dönemde Sultan Vahdettin geri plandaydı.

Birgün beklenmedik bir biçimde kendisinden önceki taht adayı olan veliaht Yusuf İzzettin Efendi’nin vefatıyla birlikte şehzade Vahdeddin kendisini taht adayı olarak buluverdi. Ancak kendi deyimi ile bu makama hiç hazırlanmamıştı.

Topkapı sarayındaki törende kendisinden önceki yaşlı padişahla birlikte 600 yıllık bir imparatorluğun cenazesi kalkıyordu. VI. Mehmet olarak tahta geçen yeni padişahın bu cenazeyi kaldırmaya gücü yetmeyecekti. Hatta, onun yerinde Fatih, Kanuni ve Yavuz Sultan Selim olsa bile sonuç değişmeyecekti.

Kararsız ve karışıklarla başlayan saltanat hayatı aynı şekilde devam etti. Kendisine bir enkaz bıraktıklarını düşündüğü İttihatçılar’dan nefret ediyordu. Aynı şekilde Milli Mücadele’ye eldeki toprakları yitirmelerine sebebiyet vereceklerini düşünerek tavır aldı. Ve en büyük hatalarından birisi olarak en uzakta tutması gereken kişilerden Damat Ferit Paşa’yı sadrazam yaptı. Damat Ferit ise günümüzde bile nefretle anılacak basiretsiz politikalar izleyerek Milli Mücadele’ye alenen düşmanlık güttü. Ancak hain değildi. Sadece deyim yerinde ise aptal, anlayışsız ve kavrayışsız bir siyasetçiydi.

Kimse, Sultan Vahdettin’in açıkça şeytan olarak nitelendirdiği bu adama bu kadar güvenmesini anlayamadı. Çok büyük bir hata ortaya konularak Milli Mücadele asi ilan edildi. Mustafa Kemal Paşa ve diğer liderleri hakkında idam cezaları çıkarıldı. Rütbeleri geri alındı.

Ancak Sakarya Savaşı’ndan sonra yanlış yolda yüründüğü anlaşıldı. Ancak artık çok geçti.
1922 tarihinde İstanbul kaynıyordu. Zafer kazanılmıştı. Şimdi sıra başkentteydi. Ancak en baştan beri bu zafere katılmayan Sultan Vahdettin ve çevresindeki Milli Mücadele karşıtı ekip için yolun sonu gelmişti.

Bir sonraki yazımızda devam etmek üzere…..

DİĞER YAZILARI