Cinsiyeti, ırkı, rengi, dili, dini ve inancı ne olursa olsun bütün insanlar toplumda eşit muamele görme hakkına sahiptir.Kadınlar ve erkekler cinsiyetlerine göre değil “ kişiler” olarak değerlendirilmelidir. Herhangi bir cinsiyet temelli ayrımcılık en başta insan haklarına aykırıdır. Toplumu bölen ve kutuplaşmanın hakim olduğu cinsiyet ayrımcılığı toplumsal tabakalaşmanın da bir sonucudur.
Kişiler, bireyler bir değerlendirmeye tabi olduklarında cinsiyetleri üzerinden değil yetenekleri ve kişisel değerleri üzerinden değerlendirilmelidir. Bu muamele en azından daha insanidir.
“Toplumsal cinsiyet ”kavramı günümüzde çok sıklıkta karşılaştığımız bir ifade biçimi oldu.Cinsiyet Nedir? Toplumsal cinsiyet ne demek ? gibi soruların cevabı belirli kesimler için ilgi uyandırdı.
“Cinsiyet” kavramı erkek ile kadın arasındaki biyolojik farklılıklarına işaret ederken bu farklılıkların doğal , genetik ve değiştirilemez olduğunu vurgulamaktadır. Toplumsal cinsiyet” kavramı ise kadın ve erkek arasındaki kültürel farklılıklardan kaynaklanan üretilmiş sosyal bir olgudur.
Kadınların, erkeklerin farklı doğaya ve eğilime sahip olmaları onları hukuki ve siyasi kamusal alandaki haklarını, özel alandaki özgürlüklerini kısıtlamamak üzere eşit fırsatlar dahilinde adalete hizmet edeceğinden dolayı fark yaratacağına inanıyorum.
Duygusal ve dünyevi değerlerin taşıyıcısı kadınlar karmaşık bu sosyal hayatın içinde, aile ve çocuklarından oluşan bir çevrenin merkezinde nankör ev işlerinde ve yorucu çalışma koşullarında mücadele ederler.Kadınlar kendi konumlarını belirlerken kendi rızalarıdan çok toplumun ondan beklediği, erkeğin ona buyurduğu talebi uygulamaya çalışırlar.
Kadınlara uygulanan bedensel ve ahlâkî şiddet onun savunma araçlarından yoksun bırakılması ve özgür düşünme imkanının yok edilmesi dolayısıyla kendisine yöneltilen gücün aslında onun rızasını “neyin ”belirlediği gerçeğini açıkça göstermektedir.