“Ben, Z kuşağıyım. Yok canım, sen değil ben. Aman hiç öyle olur mu, ne o ne o… Asıl biz Z kuşağıyız. Size de ne oluyor? Ne onlar ne bunlar…” Z kuşağının bu denli çok sahiplenilmesi beni uzun zamandır düşündürmüyor değil. İnsanoğlu işte hani kurt düşmüyor da değil içine: İşine gelen işi rast gittiği müddetçe savunuyor, destekliyor, perçinliyor bu furyayı. Öyleyse sorarım kendi kendime: Alfabenin son harfi olan Z’nin muhatabı olan bu yeni nesle atfedilmesi fazla trajikomik değil mi?

Z kuşağının 1997 ve sonrası doğumlular ile başladığını iddia edenler de var 2000 yılı sonrası dünyaya gelenler ile başladığını savunanlar da. Mesele şu ki, Z kuşağının gözünü açtığı dünya ile onları peyda eden ebeveynlerinin soluk alıp vermekten aciz kaldığı dünya pek de birbirine benzer değil. Hani diyoruz ya, meslek seçimi yaparken çok dikkat etmeliyiz diye fakat hadise, dikkat etmenin ötesinde “kumar oynamak” gibi bir vaziyet aldı dense yeri keza bundan 10 yıl kadar sonra hangi meslek peyda olacak yahut hangisinin pabucu dama atılacak, meçhul. Yine şuna eminiz ki: Z kuşağı, tabiri hoşsa bir kobay faresi… Sınandıkça yorgun, yoruldukça dargın…
Kapitalist sistemin bir hüneri var ki dillere destan: Taşı sıksa suyunu, yoku yoklasa varını ortaya çıkarır ve onu pazarlanabilir kılar. Öyle doymaz, uslanmaz, paslanmaz bir sistem ki onunla mücadele edeni dahi alır, evirir, çevirir öyle ya da böyle ona bir kıymet, bir değer atfeder. Tüm ömrünü onunla mücadele için sarf eden nicesinin fotoğrafını poster, bedenini heykel yaptı da pazarladı kim bilir? İşte aynı sistem bu sefer de bir kuşağa “Z” adını vermeyi ve onu tepe tepe kullanarak bundan nemalanmayı kafaya koymuş vaziyette. Öyle bir kuşak ki, ondan hem değer elde etmek hem de nice koltukları sarsmak pekâlâ mümkün. Hem yine öyle bir kuşak ki, onun aklını çelmek, onu ipte cambaz etmek işten bile değil. Peki, Z kuşağından ne haber?
Z kuşağına biçilen kutsal bir görev var: İnsanlık tarihinin son insansı denekleri olmak… Fizyolojilerinden psikolojilerine dek bir sınanma dizisi ile karşıya karşıya olan bu kuşak, farkında olmadan kötü ruhların esiri olmakta. Ve kulaklarına fısıl fısıl fısıldanmakta aynen şöyle: “Hey, sen! Evet, evet sen… Çok şanslısın keza insanlık tarihindeki hiçbir kuşağın sahip olmadığı nice olanakların kucağında doğdun. Sen bir Z kuşağısın. Bunun kıymetini bil.”
Bilmek icap eder ki, bir millet her kuşakta yeniden doğar, dirilir, filizlenir. Milletler, gelecek kuşaklarına yatırım yapmaktan aciz oldukları vakit, tarih sahnesinden inmeye kaçınılmaz olarak mecburdur. Millet nazarında kuşağın önemi bu derece mühim iken tüm milletlerin kuşakları bir furyaya kapılmış gitmekte. Bu dünya tarihi için bir ilk ve belki de bir sonun başlangıcı. Atalar ne güzel demiş: Ya sona kalan dona kalacak yahut son gülen iyi gülecek…