Hayata dair umutlarımız olması ve hayallerimiz bizi gerçekleri görmekten alı koymamalı. Çünkü bu hayal ve umutlarımızın gerçekleşebilmesi için, hakikati bilmemiz zorunludur. İyimserlik bir dereceye kadar makul karşılanabilir ancak bu, algı karmaşası yaratacak boyutlara ulaşırsa, çözüm üretmemizi engelleyen büyük bir güce ulaşır. Pratik ve gerçekler paralel gittiğinde müreffeh bir birey ve toplum yaratabilmemiz olası hale dönüşecektir. Maalesef uzun yıllardır çözüm beklediğimiz meseleleri çözemeyen bir siyasi yapıyla Türkiye 90 yıldır oyalanmaktadır. Hamaset çukurunda debelenen bu siyaset anlayışı, bizimde fakirleşmemizin en önemli unsurunu oluşturuyor.
Bütün bu problemlerimiz yokmuş gibi bir havada, yıllarımız akıp geçmekte. Dünya gelişme indekslerinde yerimiz git gide geri sıralara düşüyor. Dünya konjonktüründeki tüm değişimler bizde çarpan etkisi yaratıyor. Borcu borçla çevirmeye çalışan, finans sağlayan merkezlerin insiyatifi ile ayakta kalabilecek bir halin tam ortasındayız. Peki bu duruma çözümümüz gerçekler mi olmalı yoksa hamaset mi? Görünüşe göre Türk siyaseti ve toplumu hamaset noktasına daha yakın duruyor. Toplumsal bilinç geniş halk kitlelerinde hala oluşmamış durumda. Siyaset çözüm bulamadığı sorunların üzerini örtmek için toplumsal çatışma ve halimizi iyimserlikle açıklama yoluna gidiyor. Bu yöntem siyasi tarihe iyimserlerin sanatı diye geçer herhalde! Bu siyasetin topluma verdiği iyimserlik dolu halin içinde, inanmak istemeyen milyonlar teselli arıyor. Kimse gerçekleri görmek ve bilmek istemiyor. Toplumsal yapı bu siyasi söylemi destekliyor, siyasette toplumun duymak istediklerini dillendirmeye devam ediyor. Bu fasik daire, içinden çıkılamaz bir halde devinen bir ülkeye dönüşmemize neden oluyor. Halkın isteği ve beklentisi siyaseti şekillendirmede öncü ise eğer, toplum gerçekleri duymaya hazır ve istekli olmalıdır. Çözümleri yaratacak olan siyasetse, buna bu gücü ve iradayi veren de toplum olabilir. Artık iyimserlerin sanatını 90 yıldır seyretmek isteyen bir halk olmaktan çıkarak, üreten ve gerçekleri arayan ve yaşayan bir toplum olmak istemeliyiz. Şunu iyi bilelim ki gerçekler bizi refaha taşıyacaktır. Gerçeklerle hareket edebilmek zor ve uzun bir yoldur ancak sonu iyi olan tek seçenektir. Gerçekçi insanlar, siyasi ve toplumsal yapı, olmazsa olmazımızdır. Pratiğe dönük bakış ve hareketler, somut gerçeklerle birleştiğinde gelişim ve sonunda refahta kaçınılmaz olacaktır.
Tiyatro bitsin!