Aydın'a gelişim, hayatıma tesadüfen giren insanlar, bana aralanan kapılar demiştim önceki yazımda. Aydın Ortaklar Anadolu Öğretmen Lisesi'nden emekli olduktan sonra benim için uzun sürecek bir tatil başlamıştı. O tatildeyken de boş durmuyor, etkinlikleri izliyordum. Bulunduğumuz ilçede Köy Enstitüler ve Eğitim başlıklı bir panel olduğunu duyunca eşimle birlikte kalkıp gitmiştim. Yeni Kuşak Köy Enstitülüleri Derneği Genel Başkanı, Prof. Dr. Kemal Kocabaş konuşmacılar arasındaydı. Panel sonunda ben de Ortaklar Anadolu Öğretmen Lisesinden (okulumuzun önceki hali köy enstitüsüydü) yeni emekli olduğumu söyleyince bana Aydın'da bulunan şubeye gitmemi önerdi. Öğretmenlikten ve ara sıra yazmaktan başka bir iş bilmeyince, dernek kavramı açıkçası beni ürkütmüştü. Taaa Kasım ayı gelene kadar gitmedim. Öğretmenler gününde evimin yakınındaki okulda yapılan törende konuşmacıların sesini duyana kadar da aklımda bir şey yoktu. Konuşmacıların sesini duymamla ağlamaya başlamam bir olmuştu. Mesleğimi, çocuklarımı özlüyordum.
Kendimce bir karar almıştım emekli olmadan önce. Benim çocuklarım, emanet olan çocuklarımın önüne geçerse çalışmam diyordum. Öyle olunca da emekli oldum. Ancak özlemime gem vurmak olanaksızdı.
Önce derneğe telefon edip görüşmek istediğimi bildirdim. Sonra kalkıp gittim. Dernek nedir, neler yapılır hiç fikrim yoktu. Ama karşımda yılların eğitimcisi, hocaların hocası Yusuf Büyükçoban vardı. İki ay sonra yapılan genel kurulla birlikte dernek yönetimindeydim. 2017 Ocak ayına kadar da birlikte omuz omuza elimizden geleni yaptık.
Hayatıma olumlu yönden o kadar çok şey kattı ki... Her zaman her yerde de söylerim, sevgili Yusuf Büyükçoban sivri çıkışlarımı hep törpüledi. Daha çok sabırlı olmamı sağladı.
Şimdilerde 90'lı yaşların başında, hayatının baharını yaşayan derneğimizin yaramaz çocuğu Yusuf Büyükçoban'a da sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Diyorum ki iyi ki hayatıma dokunmuş.
Önce Yeni Kuşak Köy Enstitülüleri Derneği, arkasından Atatürkçü Düşünce Derneği ve kurulur kurulmaz Aydın Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği kapılarını bana açtı. Hayatıma dokunanlar kadar hayatına dokunduklarım da oldu bu kentte.
Bir kez daha öğretmenliğimin ve öğrenciliğimin bitmediğini de öğrendim bu süreçte.
Örneğin yağmurla barıştım derim bu kentte. Gece deli gibi yağan yağmurun sabah güneşle göz kırpması, kentin caddelerinin turunç çiçekleriyle bezenmesi. Akasya ve mimozaların bu güzelliklere sırayla eşlik etmesi. Bu güzellikleri görüp de bu kenti sevmemek olanaksızdı bir zamanlar.
Bir zamanlar diyorum. Çünkü bu güzel kent jeotermal ile mahvoldu. Oysa yaşayabileceğimiz kentler arasındaydı.
Zaman zaman yolumuzu düşürüyoruz Aydın'a, dostlarımızla özlem gideriyoruz. Kentin sokaklarında dolaşıp anılarımızı tazeliyoruz ve yeni anılar biriktirip yolumuza devam ediyoruz.

Ahhh Aydın...
Bahar ayında mimoza kokan kentim. Şimdilerde jeotermalin havaya bıraktığı gazla çürük yumurta kokan kentim. Nasıl kıydılar derim hep o kokuyu duyup, genzimi yaktığında. Bir zamanlar dağlarında yağ, ovalarından bal akan bahtı kara kentim.
Mimozaların sarıp sarmaladığı bir zamanda yazdığım dizelerle veda edeceğim sizlere.


Mimoza kokan şehirden sesleniyorum sana
içimdeki boşluk
gökyüzündeki uçurtmalar misali yalnız
sensizlik yoksulluğunda
Sırtımda yüküm, uçurtmanın kuyruğu gibi salınmakta
Sana ulaşabilme umudunda
gidiyorum uzaklara
varlığın acı vermeye başladığında
çaresiz ve yılgın
Çiçeğe durmuş mimoza gibi sancılı
uyandım, uyanmak istemediğim düşten
seslendim sana
mimoza kokan kentten
sarı ve sıcak
gönderdim mimozalar gibi sevgimi
kucak kucak

Hoşçakalın, aşk ile kalın...