Geçenlerde Fortune Global 500 listesi yayınlandı. Listenin başında 300 milyar dolar satış geliri ile Amerikan perakende devi Wallmart yer alıyor. Bu rakamı algılayabilmemiz çok zor. Şöyle örneklendirelim, 2019 yılında ilk 500 listesinde Türkiye’nin en büyük şirketi olarak açıklanan TÜPRAŞ’ın satış geliri 16,7 milyar dolar. Üstelik bu şirket, bir önceki yıla oranla satışını yüzde 60 artırmış durumda! Yani onların birincisi bizim birincimizin yaklaşık 17 katı büyüklüğünde. Hatta şöyle ki, ilk 500 listesinde yer alan firmaların toplam satış geliri, sadece Wallmart’ın satış gelirlerinin yüzde 58’ine anca ulaşıyor.
Konumuz aslında ekonomik politikalar. Uzun vadeli ekonomik politikalar. Bizim orta ve uzun vadeli ekonomik politikalarımız sürekli olarak ya hedeften sapıyor, ya da yolun ortasında değişiklik gösteriyor. Bunun birçok sebebi olabilir. Kabine değişir, hükümet değişir, sistem değişir, dış politika değişir… Her değişim uzun ve orta vadeli politikalarımızı yeniden şekillendirir. Çünkü maalesef bizlerde politikaların devamlılığı için kişilerin devamlılığı şarttır. Her gelen bir öncekinin sistemini bozup yeni bir sistem yapar ve kendisi gidince sistemi de yarım kalır. Sebep, sonuç ilişkisini irdelemek, bir sonuca bağlamak ya da bir eleştiriye malzeme yapmak değil amacım. Bu durum hep böyleydi maalesef.
İşin bir de diğer tarafı var. Bu politikalardan etkilenen insanlar, yani vatandaş. Sokağa çıktığımızda hemen her yerde gördüğümüz birtakım manzaralardan bahsetmek istiyorum. Örneğin, çöplerimiz gıda atığı deposu gibi. Plansız ve fazla yapılıp tüketilemeyen gıdalarla dolu. Ekmek desen günde 10 milyondan fazlasını çöpe attığımız gerçeği hala daha değişmedi. Biraz ilerleyelim, yolda belki sevgilisi ile tartıştığı için bir gencimiz yüzlerce yıllık ağaca ölümcül zarar vermiş, heyhat! Nasıl bir nefret, şiddet ve bencillik duygusudur bu? Durakta dolmuş bekleyen çocuklu bir anneyi sırf bebek arabası yer kaplar kaygısıyla birkaç yolcu daha fazla almak için oracıkta yazın sıcakta, kışın soğukta bırakabilen bir vicdanla hemen her gün karşılaşırız. Üstelik aynı dolmuş şoförü süresini doldurmak için kaplumbağa hızı ile ilerlerken bir anda bütün kuralları alt üst eden bir magandaya dönüşüverir. Sebebi çok basit, arkasından gelen arkadaşından birkaç yolcuyu zimmetine geçirmek. Şöyle halk plajında çocuğumuzla kumda oynamak istesek, yerden aldığımız her bir avuç kumda birkaç sigara izmaritine rastlarız. Denize girmek istesek cam kırığı var mı diye korkarız. Bir bayan şoför trafikte ufacık bir hata yapmaya görsün, hatasını katlamak ve belki de kaza yapmasını izlemek için sarılırız kornalara, bağırır çağırır salyalar akıtarak küfrederiz. Sanki kaza yapıp ölse mutlu olacakmışız gibi davranırız. Birçoğumuzun arabasında namı diğer “haydar” bulunur. Kuralları belli olan bir trafikte bir tartışma çıkarsa rakibimizi(!) en iyi ihtimalle ağır yaralamak için. Kıran kırana geçen bir futbol maçını izlerken ağız dolusu küfürler edip, sesimiz kısılıncaya kadar bağırdıktan sonra stresimizi attığımıza inanırız.
Dahası çok, saymakla da bitecek gibi değil. Konu ile ne alakası var diye soranlar elbette ki olacaktır. Olay şudur ki efendim, henüz yaşamak için gerekli olan temel eğitimini tamamlayamayan o kadar çok vatandaşımız var ki, hep birlikte aynı tarafa yönelmemiz, uzun vadeli politikalar üretmemiz imkânsız gibi. Bir hedef belirleyip (enflasyonla mücadele gibi) bu hedefe birlikte varacağımız aynı vatanı paylaştığımız insanlarımızın birçoğu maalesef tüketmek, zarar vermek, şiddet uygulamak gibi duygulardan arınabilmiş değil. Bir söz vardır hepimizin malumu, bir insanı ya yolculukta ya da alış verişte tanırsın derler. Uzun vadeli bir yola ne zaman çıksak, kendi insanımızla yüzleşiyoruz maalesef. Hep devlet, hep hükümetler suçlu değil, bizim de payımız büyük. Çare belli, eğitim ve illa ki eğitim.
Uzun yazınca okurlarımdan eleştiri alıyorum, kısa bir sayfada beni anladığınızı umut ediyorum. Sağlıkla kalın.