Yazmayayım dedim fakat yazmadan da edemedim.
Bana göre en zor mücadelelerden birisi, başkalarının yaptığı hataları toparlamaya çalışmaktır. Bundan daha zoru da hata yapana karşı haykıramamak, çıkıp iki çift laf edememektir.
Süreci şöyle bir hatırlarsak Cumhurbaşkanı Erdoğan 2018 yıllarından itibaren faizle mücadele edilmesi gerektiğini defalarca dile getirmişti. Bu doğru bir söylemdi, birçok kez buradan da belirttiğim gibi faizle mücadele edilmesi şarttı fakat enflasyonu göz ardı etmemek kaydıyla.
Sonra faizle mücadele adı altında Merkez Bankasının ardı ardına yaptığı faiz indirimleri, dövizde ani yükselişler, kur korumalı mevduat formülü ve tekrar faiz indirimleri derken elimizde “sözde” düşük bir faiz, yanında da yüksek enflasyon ve döviz kuru kaldı.
Paramızın değersizleşmesi sonucunda ihracatın artacağı, epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım söylemi gibi saçma sapan söylemler de dolaşmaya başlayınca kaba tabiriyle tüy dikilmiş oldu.
TOBB ve benzeri kurumlar yalandan söylemlerle enflasyonla mücadele edeceklerini belirtirken verilen mücadeleler pek bir kıymet bulamamış olacak ki, enflasyon rekor üstüne rekor kırdı.
Ekonominin arz-talep dengesi göz ardı edilerek fiyatların yükseleceğini haber aldığı için mal stoklayan tüccarların depoları terör baskını yapar gibi basıldı. Oysa ki ticaretin temelinde var olan bu davranış modelinin sorumlusunun ekonomiyi yönetenler olduğu hiç dile getirilmedi. Enflasyon yükseleceği için yapılan stoklar, stok yapıldığı için enflasyon yükseldi olarak anlatıldı.
Her ay üst üste hazine açığı artarken yapılan savurgan harcamalar tam bir iş bilmez müflis tüccar davranışını andırıyordu.
Kredi çekerken “faize, dolara para yatırmayacağım” diye imzalatılan kâğıtlar içine düştüğümüz cenderenin bir habercisiydi aslında.
Ekonomi doğrudan baskıcı müdahaleyi kabul etmez, püskürtür. Devletin ekonomideki yeri baskıcı değil, düzenleyici bir unsur olmaktır. Nasıl mı?
Ev kiraları örneğinde olduğu gibi. Konut kredileri kapatılınca konut üretimi durma noktasına geldi. Piyasada konut talep edilenden daha az kalınca konut fiyatları ve kira fiyatları aşırı yükseldi. Geldiğimiz noktada yüzde 25 sınırı nerede kaldı? Bu durumda bile konut üretimi için lazım olan krediler açılıp arz – talep dengesi kurulamıyor. Çünkü krediler açılır açılmaz talep patlaması yaşanacak ve zaten yüksek olan fiyatlar daha da yükselecek.
Aynı örnek hayatımızın birçok alanında mevcut, biz günü geçiştirmekle, denenmiş ve yanlış sonuç vermiş müdahalelerle yetiniyoruz. Hala asgari ücrete zam yaparak, emeklinin memurun maaşını artırarak satın alma güçlerini de artırabileceğimize inanarak geçiyor yıllarımız.
Yapılacak pek bir hamle kalmadığı, artık geminin dümeninin salıverildiği, kendi haline sürüklenmeye bırakıldığı da o hiçbir dayanağı olmayan açıklamaların ve garip uygulamaların peş peşe gelmesiyle anlaşıldı.
Neyse, gelelim sadede.. Bu günlerde peş peşe açıklanan zamlar henüz başlangıç, daha çok zam görürüz. Yine de aşağıdaki unsurlara dikkat edilmesi gerekliliği benim bir öngörüm değil, ekonomi biliminin gerçekleridir.

Enflasyonu düşürmeden maaşlara yapılan her zam, enflasyonu daha da körükleyecektir.
Kredi faizleri usulüne uygun bir şekilde düşürülmezse kazanan yatırımcı değil, bankalar olacaktır.
Kredi faizleri “yatırım yapılabilir” düzeye gelmedikçe (Benim öngörüm uıllık yüzde 10 düzeyleridir) yatırımcı parasını üretime aktarmaz. Döviz alır, arsa alır, altın alır..
Kredi faizleri ve enflasyon arasında mantıklı bir ilişki kurulamazsa çekilen krediler amacı dışında kullanılır, buna mani olunamaz.
Baskı ateşi söndürmez, aksine körükler.
Mehmet Şimşek iyi bir kaptan, kabul etmek lazım. Yaptığı hamleler geçmişte yapılan hataların telafisine yöneliktir. Henüz geleceğimizi planlamaktan çok uzaktayız.
Daha çok söz söylenir lakin havada kalır.
Tıpkı enflasyon beklentisinin havada kalacağı gibi. Beklenti yüzde 45’ler dolaylarında. İki katına razıyız, o da şimdilik.
Sağlıkla kalın, sağlıcakla kalın.