Biz, insan… Rivayet üzere ilk insan Adem’in dünyaya gelmesi ile kaderi yazılan yahut ızdırabı başlayan biz, insan… İnsanlığın ilk gününden son gününe dek yalnız yaşayamayan, yalnızlığa alerjisi olan, yalnızlıkta boğulan biz, insan… Nasıl oldu da neler yaşandı da ne işler döndü de kulübeden tek farkı toprağa temas etmemesi olan 1 göz odadan meydana gelen dairelerde yaşamaya ikna edildik veyahut yalnızlığa tutkun olunduk?

İnsanlığın en başından beri yalnızlık, bir ceza aracı olarak kullanıldı. Bir yıpratma yahut arınma veyahut yok edilme aracı… Nasıl mı? Tecrit edilmekten hapishane hücrelerine oradan çilehanelere derken karantina kültürüne dek tüm bu olgular kişinin yalnızlığı üzerinden kurgulanan kavramlardı. Mağara devrini düşünün, toplumda nefret duyulan ya da tehlike arz eden kişisiniz, o zaman tecrit edilirdiniz ve uçsuz bucaksız ormanda yalnız kalırdınız. Günümüz dünyasında bir suçlusunuz ve bununla beraber koğuşta huzursuzluğa sebep oldunuz o zaman bir hücrede yalnız kalırdınız. Oldu ya bir dervişsiniz, şerden ırak hayra yakın olmak gayesiyle çilehaneye girdiniz o zaman yalnız kalırdınız. Velhasıl öyle ya da böyle yalnızlık, bir ceza aracı olarak insanoğlunun tarihinde süregelmişti, hep fakat hani “Yalnızlık, Allah’a mahsus”tu? Nasıl oldu da neler yaşandı da ne işler döndü de kulübeden tek farkı toprağa temas etmemesi olan 1 göz odadan meydana gelen dairelerde yaşamaya ikna edildik veyahut yalnızlığa tutkun olunduk?

Doğumun da tıpkı ölüm gibi yalnız gerçekleştiği gerçeğini ele alalım: Doğum, sonunda hayat barındıran kutsal mesele… Doğarken yapayalnızdır, insan. Ürkek, korkak ve çıplak… Sonunun güzel olacağını hissettiğimiz için katlandık, hepimiz doğuma.  Şimdi de aksini düşünelim: Ölüm, sonunda sonsuzluk barındıran kutsal mesele… Ölürken de yapayalnızdır, insan. Yine ürkek, korkak ve çıplak… Sonunun güzel olacağına iman ettiğimiz için katlanacağız, hepimiz ölüme. İnanıyorum ki, eğer elinde olsaydı insanoğlunun, asla istemezdi ne yalnız başına doğmayı ne de yapayalnız ölmeyi. Peki, nasıl oldu da neler yaşandı da ne işler döndü de kulübeden tek farkı toprağa temas etmemesi olan 1 göz odadan meydana gelen dairelerde yaşamaya ikna edildik veyahut yalnızlığa tutkun olunduk?

Yeni normal, yalnızlık… Modern dünyanın en zalim yeni normali, yalnızlık… Kişiyi içten içe çürüten, sadece kişiyi mi aileyi, toplumu, milleti de içten içe yok eden o zalim yeni normal, yalnızlık…  Bu yeni normale savaş mı açmalı yahut ona boyun eğip katlanmalı mı? Belki de tercih hakkımız yoktur, yanılıyor olabiliriz. Belki de hala geç değildir. Belki de tam zamanıdır, hem de şu an… Yalnızlığın şifasına reçete, “aile” olmaktır. Aile, her şeydir. Aile, bir olmak, diri kalmak, iri gezmektir. Aile, modern dünyanın yalnızlık eziyetine en büyük kalkandır. Tüm insanlığa atılan yeni normal, yalnızlık kazığı; ailenin, toplumun ve milletin varlığı altına döşenen dinamittir. Ailesine, toplumuna, milletine sığınan kişi, inanıyorum ki yalnızlık tuzağına düşmekten ebedi olarak emin olacaktır. Yalnızlık, asla normal olmamalı hele yeni normal, yalnızlık…