Zamanın ne kadar değerli olduğunu anlamamız için elimizden kayıp gitmesi mi gerekir? Ne kadar zamanımız kaldığını bilmeden yaşadığımız bu hayatta gerçekten her saniyeyi hakkını vererek yaşıyor muyuz? Bu düşünce sık sık aklıma gelen ancak genelde pek üzerine düşünmediğim bir konuydu. Öyle hızlı yaşıyoruz ki günümüzde gerçekten kendi hayat hızımıza yetişemediğimiz süreçten geçiyoruz.

1990’ların çocukları olarak bunları düşünmemiz birçoğumuz için ilginç gelebilir. Zira 30’lu yaşlara merdiven dayamış kişiler olarak pek de yaşlı sayılmayız ama sanki bu yaşlara hızlı geldik gibi. Bu hisse kapılan tek ben de değilim. Çevremde konuştuğum birçok yaşıtımda da aynı durumu fark ediyorum. Sohbet bir şekilde çocukluğa geliyor. O dönemlerin daha güzel olduğu dile getiriliyor. Bence burada en büyük etken söz konusu yıllarda hayatın bu kadar hızlı olmaması. Teknolojinin hayatımıza girmesi elbette birçok konuda kolaylık sağladı ve biz de adapte olduk. Ancak iletişimden sosyal hayata kadar birçok alanda teknolojinin getirdiği hızın hayat akışını da hızlandırdığını düşünüyorum. Bu da anın tadını çıkarmak yerine zamanın hızına yetişirken yorulduğumuz hissi yaşatıyor.

Kısacası daha önce de birkaç kez dile getirdiğim gibi geçmişe özlem dediğimiz aslında sadece o dönemde hayatın çok güzel olması değil. Ki bu güzel hayat konusu göreceli bir kavram. Hayatın tadını daha güzel çıkarıyorduk sanırım. Bu da bizim 90’lara olan özlemimizin sebeplerinden biri. Tabi yaş itibariyle o dönem hayatta çok da fazla telaşımız yoktu.
Günümüze dönersek aslında elimizde olan yine bizim hayatımız ama 20 ile 30 yaş arasının nasıl bu kadar çabuk geçtiğini anlamak zor. Bu hız içinde hayatımızda çok şey kaçırıyoruz. Hele bir de yoğun tempolu bir işiniz varsa bu hız katlanıyor. Özetle hayattan tat almaya bakmak lazım. Ne zaman biteceğini bilmediğimiz bir ömürde hayat telaşı içinde geçen zamanın değerini daha iyi anlamak umuduyla.