“Kendini gözlemleyebilen insan, kaderini de değiştirebilir.” — Carl Gustav Jung
Gerçek değişim, yeni bir yol seçmekle değil; o yolu yürürken kendinle kurduğun ilişkiyi dönüştürmekle başlar. Çünkü insan çoğu zaman dışarıda değil, kendi içinde takılı kalır.
İnsan zihni, bir yazılım gibi çalışır. Çocukluktan itibaren kodlanan düşünceler, duygular ve inançlar zamanla içsel bir senaryoya dönüşür. Bu senaryo ise yaşamımızın temel anlatısını oluşturur. Bu anlatı; kim olduğumuza, neye inandığımıza ve dünyayla nasıl ilişki kurduğumuza dair görünmez bir altyapıdır.
Psikolojide bu altyapıya "bilişsel çerçeve" denir. Jung’a göre ise birey, kendi gölgesini tanımadan bireyleşemez. Ve gölge, çoğu zaman iç sesin karanlıkta kalan tonlarında yankılanır. "Ben yeterli değilim", "Nasıl olsa kimse beni anlamaz", "Başarısızlık kaçınılmaz" gibi tekrar eden söylemler, bilinçdışı zihin katmanında kayıtlı kalır.
İşte bu noktada: "İçte ne varsa, dışta da o vardır." Kişinin içsel dili değişmeden dışsal gerçekliği dönüştürmesi mümkün değildir. Çünkü dil, bilincin kodlama aracıdır. Ve bilinç; davranışın mimarisidir.
İçsel diyalog, yalnızca bir düşünce akışı değil; kimliğimizin inşa alanıdır. Ve bu alan, yalnızca psikolojik değil; aynı zamanda nöroplastik bir gerçekliktir. Beyin, tekrar eden düşünce örüntülerini fiziksel yollar hâline getirir. Bu yüzden iç sesin tonu, zamanla karakterimizin sesi olur.
Peki bu döngüyü nasıl kıracağız? Yanıt: Farkındalık + Şefkat + Eylem üçlüsünde gizli.
Farkındalık, zihnin otomatik akışına bir dur demek değil; o akışı izleyebilecek bir “iç göz” geliştirmektir. Tıpkı bir nehrin kenarına oturup akan suyu gözlemlemek gibi... Bu gözlem, düşünceyle özdeşleşmeden, onun üstüne çıkabilmeyi sağlar. Modern psikolojide bu “metakognisyon” olarak tanımlanırken; Doğu öğretilerinde ‘tanıklık bilinci’ olarak geçer. Beyin, bu süreçte yeni sinaptik yollar oluşturarak davranış kalıplarını dönüştürmeye başlar.
Şefkat, gözlemlediğin düşünce ya da duyguyu bastırmadan, inkâr etmeden kabul edebilme becerisidir. Jung’un “gölge” olarak tanımladığı o insanın karanlık yönlere bakarken yani dirençlerine , onları dışlamak yerine kucaklayabilmektir. Çünkü iyileşme, reddedişten değil, kapsayıcı bir anlayıştan doğar. Şefkat; kırılmış parçaları onaran, insanın kendisiyle yeniden temas kurmasını sağlayan içsel bir merhemdir.
Eylem ise zihinsel gözlem ve duygusal kabullenme sürecinden sonra atılan bilinçli adımlardır. Bu, sadece yeni bir davranış değildir; aynı zamanda sinir sistemi düzeyinde yeni bir yaşam senaryosunun yazılmasıdır. Eylem, eski yazılımı güncelleyerek beynin kimyasını, bedenin tepkisini ve hayatla kurulan ilişkiyi dönüştürür. Her bilinçli seçim, sadece bir tercihten ibaret değildir; aynı zamanda varoluşsal bir yeniden yazımdır.
Yeni bir iç anlatı kurmak, geçmişi inkâr etmek değil; onu dönüştürerek yeniden yazmaktır.
"Kendine söylediğin söz, senin geleceğindir."
• Bugün zihninde en çok tekrar eden iç cümle ne?
Her içsel dönüşüm, dışsal bir değişimin öncüsüdür. Ve gerçek özgürlük, başkalarının sesini değil; kendi öz sesini duymaya başladığında başlar.
Bu hafta, içindeki anlatıyı gözlemle. Çünkü her cümle bir tohumdur. Ve hangi hikâyeyi büyütürsen, hayatın o olur.
Gelecek hafta, bu yeni iç sesin davranışlara ve ilişkilere nasıl yansıdığını konuşacağız. Çünkü benlik yalnızca içte kurulan bir yapı değil; yaşamın her anına yayılan bir varoluş hâlidir.