Tanık olmadığımız tarihi dönemler içinden süzülüp gelen davranışlar “inanç kalıpları” içine girdiyse yanlış olduğunu söylemek büyük kusur kabul edilir.
Hatta inanç mensupları tarafından hakaret sayılır.
Amacımız “kurban”ın kutsal kaynaklarca “ibadet” sınıfında kabul edilmediğini söylemek değil. Geleneksel fıkıhta ve din bilimcilere (teolog) göre kurban farz değildir.
Yaklaşık 1400 yıl önceki bu ritüelin (geleneksel tören) uygulanma biçimini hala tartışıyor olmamız işte bunu “inanç kalıbı” içinde sarsılmaz bir yere koymuş olmamızdan kaynaklanıyor.
Kurban, ruhunda Tanrı’ya yakınlık, fedakârlık anlayışı olarak anlam kazanmış. Müslümanın bütün varlığını, gerektiğinde Allah yolunda fedâ etmeye hazır olduğunun nişanesidir.
Ayrıntılı girişi güvenlik alanı açmak için değil; konunun net anlaşılması için yaptım.
Şimdi işin özüne gelelim.
İki gündür Kurban Bayramı manzarasından ne kaldı?
Kurban edenlerle kurban olanlar arasındaki arena savaşları…
Hayvanlar kaçtı, insanlar kovaladı. Hayvanlar boğazlandı. İnsanlardan bazıları da yaralandı.
Ülke mezbahaya dönüştü.
Allah için geleneksel fıkıhta yer alan kurbanın pay edilmesine kim riayet etti? Yani 3’e taksim edilecek. Yoksullara, yakınlara ve bir kısmı da evde kalacak.
Yapana helal olsun!
DANANIN PEŞİNDE MARATON
Aydın Hedef internet sitesindeki haberi okuyanlar bilir. Aydın’ın Söke ilçesine bağlı Yuvaca Mahallesi’nden bir vatandaşın kesmeye hazırlandığı dana kurtulup kaçınca peşine takıldılar. Hayvan kaçtıkça kovalayanların sayısı da arttı.
Bu kovalamaca dünya klâsik masallar arasına giren “Zencefilli kurabiye adam” misali 10 kilometre sürdü.
Masalın sonunda kurabiye adamı kimse yakalayamaz. Taa ki karşısına nehir çıkar, sudan geçerken tilkinin sırtına biner. Tilki kurnaz, “burnumun ucuna gel” diyerek ağzına yaklaştırıyor ve yiyor.
Bizim kurbanlık dana da sulak bir alana geldiğinde nefesi kesildi, bitkin düştü ve yakalandı. Kaçınılmaz son gelinceye kadar canını dişine takıp kurtulmaya çalıştı.
Başta belirttik, inanç sistemi içinde yer alan kurban kesme davranışımız şimdilik böyle ama birkaç yüzyıl sonra tarih, bizi “vahşi” olarak anar mı? Allah bilir!
YA AĞAÇ RENK DEĞİŞTİRİYORSA…
Dünyanın bilinmeyen dönemlerine ait bilgiler, inanç sistemi dışına çıkarılınca gerçek bile olsa her türlü sorgulamaya açık hale geliyor.
Bugün yaşadığımız dünya hayal, rüya ya da sanal bir gerçeklikse… “Yok artık!” diyeceğinizi biliyorum. Daha dün sokaklarda danalar insanları kovalıyor, koyunlar çitleri aşıp insanların bıçaklı saldırısından kurtulmak için kaçıyordu.
Bukalemunu bilirsiniz, hani şu üzerinde durduğu nesnelerin rengini alan tropik iklim hayvanı. Belki de bukalemun değil de, ağaç renk değiştiriyorsa…
Hala kurban farz mı diyeceğiz. Kaçan danayı kaderinde 10 daha yaşamak varsa bile onun kaderine el koyup kurban etmek için kovalarken “attığımız her adım için sevap vardır” diye fetva mı alacağız?
Tamam, samimiyetle Allah için kurban kesip üçte birini kendine ayırıp üçte ikisini fakir fukaraya, akrabaya dağıtanlara eyvallah!
Ancak, Kurban Bayramını hayvan satışı için bir kazanç pazarı veya protein almak için hayvan kesenlerin aklında zerre Tanrıya adanmışlık olabilir mi?
Bu yüce amaç noksan ise…
Bir danaya 7 kişi girip çıkmak âdil mi?
Allah rızası için yapana helal olsun da; peşinden saatlerce kovalayıp çektiği stres ve yorgunluğu geçmeden dananın kesilmesi helal mi?
Allah affetsin de; bu kadar zalimlik olmaz.
İslam dininde hayvana eziyet haramdır, haram!
Sözün özü kurbanda esas olan Allah’a adamak vardır. Maksat içinde olmayan hayvanı öldürmek haram kılınır.
TABİATIN YÜKÜNÜ HAYVANA YÜKLEMEK
Yaşanmış bir olayı aktarmak istiyorum. Daha geçenlerde 30 Mayıs’ta Namibya’nın Hoanip Skeleton Coast Camp yakınlarında 59 yaşındaki Alman işadamı Bernd Kebbel, sabaha karşı çadırından çıktı. O topraklarda gece, sadece zaman dilimi değildir. Işık çekilir hayvanlar uyanır. İnsan konuk olduğunu unuttuğunda savunmasızdır. Kebbel, kampın çevresinde yavrularını koruyan bir dişi aslan tarafından saldırıya uğradı. Çöl aslanlarını korumak için büyük çaba sarf eden bir doğa gönüllüsüydü. Aslan içgüdüleriyle yavrularını savunmak için oradaydı. Kimse yardım edemedi. 1 Haziran’da yani iki gün sonra dişi aslan vurularak öldürüldü.
İnsan güvenliği gerekçe olarak sunuldu. Ancak tehlike doğada değil, sınırları ihlal eden insan davranışındaydı.
Aslanın son kalan birkaç çöl aslanı dişisinden biri olduğu öğrenildi. Bernd Kebbe’nin trajik ölümü dikkatsizlikti. Ancak dişi aslanın öldürülmesi doğanın taşıdığı yükün bir kez daha hayvana ödettirilmesiydi.
Yeryüzünde insanın yaratılış formundan uzaklaştığını söylesek hemen “evet, öyle” gibi fikir geçer ya içimizden. Oysa insan hep böyleydi. Hatta geçmişte daha da acımasız olabilir. Çünkü bilmiyoruz ne yaptığını. Anlatılanları muhayyel olarak abartıp oklar, sivri uçlu taşlarla hayvanı öldürdüğünü düşünebiliriz.
Sonra işlediği günahlardan arınmak için yine hayvanın kanına girerek “kurban” etmek… Kutsal amaç ve muhtaç olana yardım etmenin huzurunu yaşamadan doğanın taşıdığı yükü hayvana yüklemekten öteye geçemez.