Aydın, Türkiye’nin aydınlık yüzü olacaksa…
Önce samimiyetle kendi karanlığıyla yüzleşmelidir.
Çünkü bu şehir, yıllardır kendini kandıran bir sessizliğin içine gark olmuş şekilde ağır ağır çürüyor.
Bu çürümenin ne denli olduğunu, akşam üzeri herhangi bir taksiye bindiğinizde şoförün müşteri profilinden nasıl yakındığını işiterek vakıf olabilirsiniz.
Bu sosyal çürümeyi narkotikte görevli bir polisten herhangi bir ev baskını sonrasında kulaklarınıza inanamayacağınız şekilde daha çarpıcı şekilde de dinleyebilirsiniz.
Daha ileri gitmeyeyim; Bu sosyal çürümeyi kendi gözlerinizle görmek istiyorsanız çok sayıda mekan da zikredebilirim. Gidip yerinde gözlemleyebilirsiniz.
Bu bahsettiğim işin sosyal çürüme kısmı tabi.
Bir de bunun kentsel ve yönetsel çürüme etabı var.
Halen Deprem Master Planımız yok, Kentsel Dönüşüm projelerimizse yetersiz.
Ve birilerinin imar işine bakış açısı ruhsat sürecinde tamamen cukkaya odaklandığı için Aydın’ın estetik dokusu yerine ekonomik dokusu daha da muteber.
106 yıl önce yerle bir olmuş bir şehirde yaşıyoruz. Fay hattının tam göbeğindeyiz.
Baktığınızda her seçimde farklı sloganlar, farklı vaatler ama yürüyüp gittiğiniz sokağın kaldırım taşları bile halen en az 10 yıl öncesinden kalma.
Kaldırım demişken Selçuk-Ortaklar Yolu’ndan bahsetmeden de geçmeyelim.
Kuşadası’ndan Aydın’a dönerken içerisinde meslektaşlarımızın da bulunduğu bir araçla gece yolculuğundayken saliselik dikkatle atlattığımız kaza dün gibi hatrımda.
Birileri acaba bu yolda onlarca yıldır uzaya yol döşemenin provasını mı icra ediyor, merak içindeyiz. Sanki projeyi NASA üstlenmiş gibi yıllardır bir türlü bitirilemiyor.
Birileri bu yolu örnek gösterip hükümetin Aydın’ı sahipsiz bıraktığından dem vurunca bir takım iktidar temsilcilerimizin “2002’den bu yana…” cümlesiyle başlayan icraat sayıklama nutukları da artık kabak tadı vermekten de öteye geçti.
Bu da böyle biline…
Çürümelerin en tehlikelilerinden olan siyasal çürümeye de değinecek olursak;
Aydın’da siyaset, halkın refahı için değil tamamen birilerinin ikbaline ve şahsi menfaatlerine endekslenmiş durumda. Milletvekili listeleri halkla bağ kuracak isimlerden değil genel merkez hatırlarıyla, belediyedeki meclis üyeliği listeleriyse birilerince güdümlenebilir ölçekte şekilleniyor.
Geçtiğimiz yıllarda da sosyal medya hesabımda yazmıştım tekrardan hatırlatayım; Aydın, demokratik teamüllerle değil oligarşik tahakkümlerle yönetilmektedir. Demokrasinin oligarşiye yenik düştüğü yerlerdeyse kalkınmadan, gelişmeden ve ilerlemeden bahsetmek mümkün değildir.
Haliyle şu da var ki ilimizde bir avuç elit dediğimiz sermayeyi elinde tutan azınlık, karar alma süreçlerine, siyasete, yerel yönetimlere ve hatta bürokrasinin kılcal damarlarına kadar nüfuz edebildiği köklü bir düzen kurmuş, at üstünde orak biçiyor.
Gelin görün ki bu düzeni kuranların sosyal sorumluluk projeleri, şehrin sosyokültürel hayatına katkısı ve yerel basınla paydaş duyarlılığıysa diplerde seyrediyor.
Ve bu düzende liyakat değil sadakat, ehliyet değil biat makbul.
İşte bu yüzden yıllardır Aydın’da ne büyük bir sanayi yatırımı görebiliyoruz ne de gençlerin geleceğine umut olabilecek çok yönlü kalkınma politikaları.
Çünkü bu şehirde ne zaman bir proje halk yararına dillendirilse, önce kimin cebine ne girecek hesabı yapılıyor?
Ve hesap tutmuyorsa, proje ya rafa kalkıyor, ya sürüncemede kalıyor ya da güç bela tamamlanabiliyor.
Sonuç olarak Aydın, karanlığıyla yüzleşip liyakat ve samimiyetle yönetilmedikçe, ne aydın bir geleceğe ulaşabilir ne de kendisini çepeçevre saran bu çürümeden kurtulabilir.
Peki öyleyse Aydın’ın halkın sesini duyan, menfaat değil hizmet odaklı bir yönetimle hak ettiği ışığa kavuşacağı günler ne zaman gelecek mi diyorsunuz?
Eğer köklü bir zihniyet devrimi yaşanmaz, insanlardaki kaygısal çürümenin de önüne geçilemezse o günlere henüz daha çok var…