Yörük Ali Efe’nin adı geçtiğinde bir suskunluk inerdi işgal altındaki Aydın’ın ovalarına, dağlarına.

Çünkü o sadece bir efe değil, Aydınlı olmanın ete kemiğe bürünmüş haliydi.
Mertliğin, yiğitliğin, ama en çok da bu toprağa karşı duyulan derin sevdanın adıydı.

Yörük Ali Efe’nin Milli Mücadele’den çekilerek silahını bırakıp köyüne dönmesi için hayatı boyunca elli altın aylık, ayrıca tazminat karşılığı da beş bin altın teklif eden üç işgal subayına elindeki çakaralmazla verdiği nişancılık dersini sahi ne çabuk unuttuk.

Bilenler bilir, bilmeyenler de bilsin; Yörük Ali Efe’nin sadece bir çakaralmazla nasıl dev çiviler çaktığını bu memleketin ruhuna…

O ki İtalyan Kralının Nişancıbaşısının, “İnsan değil deve bile vurulmaz” dediği çakaralmazla bir kızanının parmağının ucunda tuttuğu metelikleri süzgece çevirmiş, epeyce uzağında bulunan ağaçta asılı ceviz torbalarınıysa iplerinden nişan alıp yere düşürmüştü.

İşgalcilerin alçak teklifiniyse “Yurdun her köşesinde bir Çanakkale yaratarak gömeceğiz sizi bu topraklara” sözüyle reddetmişti.

Hatırla ey Aydınlı hemşerim; Bey Camii önünde kurşun yağmuruna tutulan kızanlarının şehadet şerbetini içtiklerini her hatırlayışında nasıl hüngür hüngür ağladığını Yörük Ali Efe’nin.

Küçükken “Efemiz var bizim” diye büyüdük. Bir gün bu topraklara biri göz dikerse, arkamızı döneceğimiz bir dağ gibi durur diye öğrendik onun adını ve efelik ruhunu.

Ama şimdi gel gelelim Aydın’a bir bak. Kendine küsmüş bir şehir gibiyiz. Sahipsizlik bir kenara, artık sahiplenilmemeyi de kanıksamışız.

Kiminle konuşsan aynı sitem; “Bu şehirde ne yatırım var, ne bir ses, ne de bu memleketin derdiyle dertlenen…”

Oysa Aydınlı olmak demek, sadece bu şehirde doğmak değildir. Aydınlı olmak aynı zamanda tarihe kök salmış bir ruh taşımaktır.

Evet, Aydın Milli Mücadele döneminde üç yıl işgal altında kaldı, ama üç yılın sonundaysa işgalcilerin ciğerine çöreklenen bir dirençle kurtuluş destanı yazdı.

Yörük Ali Efe, üç yıl süren işgalde köyünü, dağını ve halkını bir an olsun yalnız bırakmadı. Bizse iki üç dönemlik belediye başkanlığı, vekillik ya da üç toplantılık STK başkanlığı ya da üyeliğine sevinip işgalden kurtuluşu için nicelerinin kanını akıttığı Aydın’ın istikbaline değil, şahsi ikbalimize odaklandık.

Hele son seçimlerde bu şehirde seçilebilir sıradan milletvekili adayı ya da favori partinin belediye başkan adayı olmanın birileri için milyon dolarlar karşılığında nasıl mümkün olabildiğini de (eğer siyasi kulis dedikoduları doğruysa) öğrenmiş olduk.
Bu şekilde seçilenlerin çantacılık ve avantacılık işlerinde nasıl mahir olduğunu da…

Bugün Aydınlı genç, doğup büyüdüğü memleketini terk ediyor. Başka illerde geçim kaygısının peşine düşüp ilini unutuyor. Ve günümüzde geldiğimiz nokta; Artık Aydın’a bayramdan bayrama bile uğramıyor.

Çünkü umut yok, Aydınlılık ruhunu anlatan birileri kalmadı. Çünkü artık kimse “Bu şehir bana emanet” demiyor. Bunu hissettirmiyor.
Yörük Ali Efe’ye süslü cümlelerle, altın dolu keselerle Milli Mücadele’den dönmesi teklifi getirilmişti.

Efe, bir çınarın gövdesi gibi yerinden oynamamış, Aydın’ı işgalden mesul subaylara, “Yurdun her köşesinde bir Çanakkale yaratacağız size” diyerek aslında sadece düşmana değil, kendinden sonrakilere de bir mesaj vermişti; “Bu toprak satılık değil, bu ruh kiralık değil”

Bugünse Aydın olarak işgal altında değiliz ama birilerinin şahsi ikbal kaygılarının ve siyasi ihtiraslarının gölgesinde sahipsizlik denilen bir muammaya esir düşmüş gibiyiz.

Belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, Yörük Ali Efe’nin ruhuyla silkinerek O’nun gölgesinde bir kez daha toplanarak bu şehre cesurca, içtenlikle ve inatla sahip çıkmak.

Ama bunu sağlayacak lider kadrolarsa henüz iş başında değiller.

Ey Aydınlı hemşerim; Bir gün biri çıkar, içtenlikle parıldayan gözlerinin içine bakar, “Ben bu toprağın sesiyim” derse, bil ki o ses Efe’nin sesidir.

Bil ki kalem tutan ellerde, gözleri dolu bakışlarda, gökyüzüne hasret bakan yüreklerde o ruh halen yaşıyor.

Paylaş bunu, çünkü Aydınlı olmak, bu şehri unutmamakla başlar.