Akademik dünyanın iç çekişmelerinin yıllara dönük bakıldığında bir türlü eksik olmadığı Aydın Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ), kim ne derse desin son yıllarda bir değişim hikayesi yazmaya başladı.
Zira takdir edersiniz ki yaklaşık 6 milyar liralık dev bütçesi ve bilim üssü kimliği, ne yazık ki bazı akademisyenler arasındaki iç kavgalar ve YÖK’teki karşılıklı şikayetlerden mütevellit dosya yığınlarıyla gölgelenen ADÜ’deki tüm bu kaosun arasında, Rektör Prof. Dr. Bülent Kent’in çabalarını görmezden gelemeyiz.
Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim; İki yıl önce rektörlük koltuğuna oturan Kent, çocukluğunun geçtiği Aydın’a vefa borcunu ödemek için özverili bir şekilde cidden büyük emek harcıyor.
Bu bakımdan ADÜ’nün geçtiğimiz ayın ilk haftasında tarihinde bir ilk olarak dünyaca ünlü derecelendirme kuruluşlarından Times Higher Education (THE) tarafından Asya kıtasındaki üniversiteleri kapsayan sıralamasında yer alması da tesadüf değil. Kent’in göreve seçilmesinin ardından sarfettiği, “Üniversitemizi daha iyi yerlere getireceğiz” sözü, görünen o ki sadece lafta kalmıyor, somut adımlarla da mesafe kaydediyor.
Merkezdeki kampüsün sağlık ve eğitim olarak ikiye ayrılmasından, mali disipline, akredite bölüm artışından sağlık turizmindeki gelişmelere, arkeolojik kazılara verilen destekten senelerdir bir türlü yapılamayan varyant yolundaki düzenlemeye kadar ADÜ’de, Kent’in vizyonuyla ciddi yenilikler yaşandığı aşikar.
Tabii, bu yolda herkesin alkışı yok. Kimsenin birilerinden yüzde yüz memnuniyet ve kabul oranına sahip olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Peki, neden kimse herkesin takdirini kazanamıyor? Bunun bilimsel bir açıklaması var mı? Leon Festinger’in 1954’te ortaya attığı “sosyal karşılaştırma teorisi”ne göre insanlar kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak değerlendirir. Bu kıyaslama sonuç itibariyle kıskançlık, rekabet veya memnuniyetsizlik gibi duyguları tetikliyor.
Örneğin ADÜ’de bir akademisyen, üniversite hastanesinin uluslararası standartlara ulaşması için çabalarken, tüm bu gayreti kimi meslektaşları tarafından takdir edilse de, bir başkası kaynakların kendi bölümüne aktarılmadığını düşünerek derin bir hasede kapılabiliyor. ADÜ’deki durum da bana sorarsanız işte tam olarak bu.
-Oysa hasedin İblis'i lanete, Kabil'i ise cinayete sürüklediği döngüde hiçbir şey değişmedi. Hasede karşı kaderin hasadıysa daima acımasız oldu.
İşin bu boyutunu şimdilik es geçelim.
Gerçi Kent rektörlüğe atandığında, benim duyumlarıma göre Aydın siyasetinin nabzını iyi tutan bir siyasetçiden dikkat çeken bir uyarı da almıştı; “Üniversitedeki en yakın çevrene bile dikkat et. Aydın başka yerlere benzemez. Birileri paçandan aşağı çekmek için her an pusuda bekler”
Bana sorarsanız esasen bu uyarı, Aydın’ın küçük ama karmaşık dünyasına ışık tutan çarpıcı ve gerçekçi bir anekdot.
Akademik kaosun fitilini ateşleyenlere ve türlü şikayetlerle üniversiteyi töhmet altında bırakma çabalarına bir başka açıdan baktığımızdaysa bundaki nihai amacın ne olduğu da görmek isteyen gözler için ortada; Meyve veren ağacı taşlamak.
Oysa ADÜ, Aydın’ın gururudur ve birilerince pervasızca taşlara tutulması aynı zamanda bu ile de büyük zarar vermektedir.
Hala birileri illa ADÜ’yü mü taşlayacak? O zaman öncelikli olarak ADÜ’nün daha da itibarsızlaştırılması için adeta canını dişine takan, kuytu köşelerde gizli planlar yapan, her olumsuzlukta ellerini ovuşturan ve gözünü enaniyet bürümüş kibir kulesi bazı akademisyenlere bir tavsiyem de şudur; İlk taşı günahsız olan atsın!
ADÜ’de yeni dönem kapsamında umarız bundan sonraki süreçte artık akademik çekişmeler değil, bilime ve Aydın’a hizmet ön planda olur.